03 Temmuz 2009

Hayır, Hocam, mezun olduktan sonra ne yapacağıma dair bir planım yok. Size dediklerimin hepsi doğaçlamaydı, fakat belli ki yuttunuz. Gerçi yutun ya da yutmayın...

Dünki kep merasimi, ne bileyim, kısaydı be. Üniversitenin kendisi gibi sanırım. Artık ben içeri girmek istediğimde niye geldiğimi soracaklar; geçerli bir sebep vermemem halinde muhtemelen önce elektrik şoku ile etkisiz hale getirilecek, ardından en yakın lombardan aşağı atılacağım. Okul, tehlikeli bir yer artık.

Ya, şaka bir yana, ben çok şeyi özleyeceğim. Deli gibi topladığım fotoğraflar aleyhime işleyecek, bana hep geçip gitmiş zamanları hatırlatacaklar. O değil, silemiyorum da meretleri. Dostları merak edeceğim, sonra Mete zırt vırt arıyor olacak... Aramadıklarımı da arayamayacağım utancımdan, neden aramadın diye soracaklarından korkarak. Belki eski sevgilerden bir şeyler kımıldanacak ve ben şimdiki ana ihanet etmiş gibi hissedeceğim. Hissetmeye de bilirim aslında, öze dönük yüzsüzlük var ne de olsa.

Yeter be bu kadar laylaylom mezun mertebe muhabbetleri. Ben uyuşuk bilincimle mezun olduğumun ayırdına daha sonra varacağım.

Ne de çok şey istiyorum, yine de kayıtsız kalmak bir alışkanlık. Beklemek erdem midir salaklık mı? Beklerken gitmediğin yollarda kaybetmediklerin içinde çürür mü dersin? Sonu hep aynı soruya varıyor: Ne yapacağım ben? İçgüdülerime güvenebileceğimden emin değilim.

Ey gündüzü karam, gece neyine yetmez?

Dün, zoraki bir şiir gibiydi şu:

Renginde deliliği gördüm
Seni kendimden belledim
Sırıtkan sarı ay,
Nerelere götürdün beni?
Düşünmek yok senin batışında
Gece ileriye koştuğunda
Sen yorulursun
Rengin değişir
Yüzün düşer
Ben üzülürüm.
Şimdilerde deliliği bekleyiş var;
Bir dahaki dolunaya kadar.

Tabi, dün daha farklıydı. Bugün, bu haldedir. Kendimi mi tekrarlıyorum dersin?

Her neyse.

0 yorum: