26 Kasım 2009

Delirmek istiyorum, Kişi. Delirtsene beni tekrar tekrar?

Çaba gösteriyorum en azından. Son zamanlarda olanların ciddiyetinden ötürü olsa gerek, ben de ciddi bir adam oldum. Hiçbir şey komik gelmiyor, esprilere nezaketen gülümsüyorum, beynim alaycılığı bıraktı.

Ortaokul dönemlerimdeydim, bir keresinde babamın bana her şeyi alaya aldığım için kızdığını hatırlıyorum. Babam bana nadiren kızar, o yüzden aklımda kalmış olsa gerek.

Ancak esprili yaklaşım iyidir kanımca. Yaratıcı (dolayısıyla biraz deli) aklın sağlıklı kalmak için kullandığı harika bir yöntem. Üstelik böylece akıl esnek de kalıyor. Gerçi, karşıdaki için sinir bozucu oluyor bu genelde. Ancak seni bilen bildikten sonra, ne önemi var ki? Hem, illa ki hep alaycı olacaksın diye bir şey yok. Gerçi (yine), dengeyi bulmak söylenildiği kadar kolay değil.

Her şekil. Beynimi alaya ayarlamaya çalışacağım bundan sonra, biraz bilinçli olarak. Delirmek ve saçmalamakla başlayacağım işe.

---------------------------------------------------------------------------

İnsanlara bakışım değişti. Sokakta hızlı hızlı yürüyen birisini gördüm mü, her şeyden önce gözüm bacaklarının ve ayaklarının işleyişine takılıyor. Nasıl da makine gibi tıkır tıkır çalışan bir sistem, diye düşünüyorum. Sonra kişinin ne kadar da sağlıklı göründüğünü ve muhtemelen hiçbir ağrısının olmadığını. Ancak tüm bunlardan sonra kişinin kendisine bakıyorum. Bu da şunun kanıtıdır: Başkalarını, kendimizden yola çıkarak değerlendiririz.

Bu, çirkin olduğunu düşünen kişinin diğer herkesi güzel görmesi ile benzer bir durum. Ya da diğer bir değişle güzelliğe hassasiyeti.

--------------------------------------------------------------------------

İnsan şaşar kalır. Tüm gün oturuyor ya da yatıyorum. Devamı bir şeyler yiyorum. Kilo alamadım yine. Oha be oha!

Derken, bundan dört beş ay sonra bu yeme alışkanlıkları sonucu eski obez halime dönersem bu, cidden komik, hatta biraz ironik olur. Öte yandan öyle olsam eskisi kadar umursamam doğrusu. Her iki ucu yaşamış bir adamım artık ne de olsa.

--------------------------------------------------------------------------

Şu farklı yazıları birbirinden çizgiyle ayırma işine neden ve ne zaman başladım bilmiyorum.

Neyse, ben gideyim olmadı.

Haden.

18 Kasım 2009


Utancı bir kenara itip diz çökeceğim. Gururu bir kenara bırakıp içimden geçmesine izin vermek. Hayat ilerleyecek. Ellerim havada, belki sana, belki gelecek olanlara benden bir şeyler sunarken, tereddüt etmeyeceğim.

Sevdiğimi söyleyeceğim.

-----------------------------------------------------------------------

Verilen sözleri tutmayı unutmaya meğilliyim. Bilhassa kendime verdiklerimi.

-----------------------------------------------------------------------

Senden benden gidenleri toplasak belki bir insan etmez belki de bir bakmışız dört insan toplanmış orada. Biz kaybettiklerimizin üstüne bir şeyler koya koya bir kalmaya çalışırken, ikincisi gibi olsaydı ne düşünürdün?

Gözlerimi kapatıyorsam uykum geldiğinden değil, dinliyorum. Kalp atışlarımı, kalp atışlarını, geçen arabaların lastiklerinin yerde çıkardığı hışırtılı sesleri, şansım varsa bir iki kuş cıvıltısı ve rüzgâr esintisi. İnsan seslerini ayırd edemiyorum ama. Neden bilmem, başkalarını dinlemede hiçbir zaman çok iyi olmadım. Neyse ki teke tek muhabbetleri kotarabiliyorum.

Sevginin sıkıntı verici olduğu durumlar da var biliyorsun. Bir kişinin sevgisinden ötürü senin istemediğin şeyler yapmasını kaldırmak zorundaymış gibi hisseder vicdan. Sevdiği için yapıyor. Niyeti iyi. Terslersem, ya da istemediğimi bildirirsem sadece onu kırarım, başka da bir şey olmaz. Ne fena bir tür esarettir. Sevgi, tehlikeli bir şey. Belki de sevdiğini söylemek o kadar da masum bir şey değildir. Belki de sevdiğini söylemek, karşıdakine zarar vermektir. Karşıdakini sıkmak, istemediği bir sorumluluk içine sokmaktır. Bu bakımdan sevmek biraz düşüncesizlik belki de.

Sanırım bundan daha önce de bahsetmiştim.

17 Kasım 2009

Huh huuu, Kişi.

Bundan önceki girdiye bakınca diyorum ki gerçekten de öyleydi. Ancak merak etme, o girdinin ertesi günü sanırım bir anda bir şeyler düzeldi. Şimdi evdeyim hatta.

Merdivenleri çıkmak o kadar güç oldu ki...

Ancak ev güzeldi. Ev güzel. Evimi seviyorum. Hemen rahatladım.

Şimdilerde bol bol yatıyorum, oturuyorum. Evde olmamın tek kötü yanı, hastanede olduğu kadar sık yürümüyor olmam.

Yeter bu kadar. Dahası gelecek sonra. Şimdi çok uykum var.

13 Kasım 2009

Kişi, bu çok karamsar bir aklın girdisidir.

Şöyle diyeyim. Bir şeylere umutla bakmayı sürdürebilmek, sıkıntıyı bizzat çekerken gerçekten güç oluyor. Kontrolün ve çarenin bende olmaması doğrusu kendimi teslim etmemi gerektiriyor ve teslimiyet benden eksiltip duruyor gibi.

Lanetler saymayacağım. Şu anda beklemelerdeyim. Hâlâ ve hâlâ yediklerim midemde kalsın diye dua ediyoruz. Pardon, ediyorduk. Artık yediklerimin midemde kalmasını geçtik, keşke bağırsaktan bir kısmı çıksa diye ölüyoruz.

Bağırsak. Ara ara ameliyat öncesini düşünüyorum. Çok çok gerisini. Tek derdimin ağrıyan bir bacak ve hafif tutmayan sol ayak parmaları olduğu zamanları. Yediklerimin midemde kalması hissini, midemin ona verdiklerimi sorunsuzca kabul edişi hissini hatırlamaya çalışıyorum. Sadece unutmamak ve kendime öyle olmam gerektiğini hatırlatmak için.

Deliriyorum be kişi. Bu bekleyiş, bu monotonluk, bu kapana kısılmışlık. Yürüdüğüm yerden bile sıkıldım iyice.

Bir şeyleri kaybettikçe, sanki daha bir içine çekiliyorum?

Yarın sabaha kalktığımda kendimi bir anda çok iyi çok sağlık hissetsem. Bağırsaklarımı çalışmış bulsam. Güzel bir kahvaltı etsem üstüne....

Var ya, canım resmen hotdog istiyor.

------------------------

Neyse, geçtim.

Artık karahindibağların ne olduğunu biliyor olması, onlara sadece isimlerınden ötürü başlayan sevgisini değiştirmez. Hem kendileri de iyiymiş, şu rüzgara karşı üflediğimizde yüzlerce beyaz tüyünü salan pofuduk bitkiler.

08 Kasım 2009

Sadece, normalinin üç katı kalınlığında bir sağ kolla yazı yazmak zor. Sola ne oldu dersen, o, takılı olan serumun esareti altında.

Ben ise, dengesiz bağırsaklarım ve daha birçok diğer ayrıntıya rağmen, yaşıyorum. Sanırım.

Yine de kıyaslamaya girersem, şu halim iyi. Daha iyilerini de göreceğim.

Yeter bu kadar.

------------------------------------

Baş yerine telefon ahizesi taşıyan takım elbiseli adamların oluşturduğu görüntünün rahatsızlığı.

Popüler olanın iyi sayılan ve ou yeah tarzı oloan her şeyin parlaklılığına kapılmış kolay ikna olan akıllar. Ya ben düüşünüyorum, ya da düşündüğümü sanıyorum, ve bunları çekici bulmadığım gibi benim kafatasım şeklindekiler için yapılmış aynnı niteliktteki şeylara karşı aynı davranışlarda bulunuyordu. Demek ki o da birilerine dahildi. Özgünlük yanılgısı.

Ne bileyim ben.

Tans tans tans tans tans tans tans tans tans tansiyon...

Derken oturduğu yerden düşmek üzere olan adama yardımcı mı olurdunuz yoksa nadir karşılanacak bu durumu izler miydiniz. Bir insanın diğerine yarım etmesinin ardında yatan kaç çeşit etken, güdü ve geçmiş olabilir?

Yoruldum.

------------------