28 Ekim 2009

"An olur, canım çeker, gözüm gözüne değer!" diye şarkı söylediğimi duyarsan, Kişi, yadırgama. İçime işlemiş artık.

Kayahan şarkıları. Benimkiler bir ara çok dinlerlerdi. Ben de severim aslında. Artık pek müzik dinlemiyorlar. Yazık.

Yarın, bir şeylerin arifesi. Diyorum ki, sabır. Sabreden derviş sabrederken gebermiş de diyesim geldi.

Hade bakalım.

25 Ekim 2009


Potların adamıyım, Kişi. Gülme be.

Bugün, bir kişiyi telefonda tam üç kere tanımayarak büyük bir başarıya imza atmış bulunuyorum. O değil, kıza ayıp ve yazık oldu. Ben ise fazla alışkınım sanırım kendimin bu hallerine.

Dünkü yazıya bakarak, kendimi yine fazla irdelemiş olduğumu görüyorum. Bu huyum yüzünden tümör çıkartıyor olabilirim bak. Yapmamalı bu tür şeyler. Hadi yaptın, bari kendini vitrine koyma böyle böyle.

Yanlış anlama, Kişi, senden bir çekincem yok. Benimkisi bir nevi çıplak hissetme durumu.

Bu arada, belki kıçımın üstüne oturmak zorunda kalmış olabilirim; ancak bir şeyler yapmalı. Misal, bu arada şu hikayelerimi yine birkaç derginin gözüne gözüne sokabilirim. Belki bu sefer yayımlarlar. Acaba açılacak olan ameliyat yaramın bir fotoğrafıyla birlikte gönderirsem acırlar mı?... Eheh, saçmalık tabi ki. Zaten acınılarak bir şeyler başarmayı hayatta istemem, yapmam da. Sadece bu yüzden acı çekmek, gizli ve kendi kendine yapılan bir şeydir benim için. Gerçi son zamanlarda pek bir belli eder oldum. Yapacak bir şey yok.

Ne diyordum? Ha, evet, dergileri bir kez daha zorlamak. Yöntemlerden birisi de erotik bir kız ismi ile yollamak. Belki editörün ilgisini çekerim. Fotoğraf olarak da Stoya'nın bir fotosunu yollarım. Keh keh keh küh... Yeter, muhabbet sap(ıt)maya başladı.

Şimdi efendim, biraz gelişigüzel yazma vakti:

-------------------------------------

Ölüler de dans edebilirler, ancak görmek istemez kimse. Ölülerin oldukları yerde kalmalarını, gittikleri yerde rahat olmalarını istediğimizdendir bu körlük belki de. Ancak ben onların dansını gördüm. Ütopik bir kardeşlik ve barış vardı o dansta. Mezarlıkları gece dolaşmaktan korkar mısın? Ben korkardım, şimdilerde korkum daha bir somut. Bana sahip olmadığım bir şeyi anımsatıyor.

En son gördüğümde onu, karmaşık ayak hareketleriyle benden uzaklaşıyordu. Hem eğlenerek hem de üzülerek izledim. Ölü olan hangimizdi bilmiyorum; ancak farkında olduğum bir şey vardı ki ben dans etmiyordum.

Evvelsi gün evin önüne gelen kedi ile bir muhabbetim oldu. Ona verandaya çok fazla başka kedi kabul ediyor diye kızdım biraz. Bir de utanmazca birbirlerine sokulup muhteşem sevgi gösterilerinde bulunuyorlardı nispet yaparmışcasına. Ne diyeyim, onların bu düşüncesizliğine biraz kırıldım. O ise umursamadığını söyledi. Kediler böyledir; ağızlarına geleni söylerler, sonra da hiçbir şey olmamışcasına patilerini yalarlar. Komşuluğumuzun sarsılmazlığına güveniyordu.

Kediye tekmeyi basmaya çalıştım, ustaca hamlemi savuşturdu ve koşarak uzaklaştı. Ertesi gün yine geldiğinde onu severken buldum kendimi. Sanırım komşuluğumuzda cidden sarsılmaz bir şey var. Şanslı bir kiracıyım sanırım.

---------------------------------

Herhalde bu günlük bu kadar yeter. Artık yatağıma uzanıp bir şeyler okuma vaktidir. Malesef şu sıralar şiir çıkartamıyorum. Aslında duygu bakımından pek bir doluyum ancak olmuyor işte. Bakalım bakalım, bir yerden patlayacak ya, göreceğiz.

Haden.


Art by Wicked-Juggalo-Girl @Deviant Art

24 Ekim 2009

Eh, Kişi, sana güçten bahsedeceğim.

Güçlü olmak dedikleri şeyin aslında pes etmekten gelmesi çok tuhaf. Çırpınmak, isyan etmek, inatla aksi için uğraşmayı bırakıp kendini akıntıya bırakmak; hastalık söz konusu olduğunda güçlü olmak anlamına geliyor bir anda.

Öte yandan, bunun işi kolaylaştırdığı su götürmez bir gerçek. Başına gelenleri, zayıflığını ve eksikliğini kabul etmek; sana kolaylık sağlıyor. Bunların sana acı vermesine engel oluyorsun böylece. Bu zorluklar kişiye güçlü olmayı değil, zayıflığı taşıyabilmeyi öğretiyor.

İyi de ben zaten öğrenmiştim bunları? O zaman?

Demek ki bir denge değilmiş. Yani, hiçbir ilahi varlık "bu çok çekti, artık bunun derdi olmasın; her ne kadar biyolojik olarak bir ton sebep olsa da" demiyor.

Demek ki bu sene, bir şeyler öğrenmek ve düşünüş yapımı tekrar gözden geçirmem gerekiyor.

Üzülmüyor değilim doğrusu. Yapmayı çok sevdiğim bazı şeyleri bir daha yapamama fikri deşiyor bir yerlerimi. Dans etmek misal. Ancak bu sene tadını çıkartmaya başlamıştım (Bir Götleğin sayesinde, doğrusu).

Daha da kötüsü, her erkeğin içinde tohumu bulunan ve benim de bir zamanlar bol bol sulayıp serpilmesine yardımcı olduğum, fakat sonrasında kökleyip bir kenara attığım "layık olamama" kompleksinin içimi tekrar sarmak için pusuya yattığını biliyorum. Bu da aklımda çözmem gereken şeylerden birisi.

Gülüyorum. Geçen birkaç sene içinde sürekli sanki ömrüm kısaymış da zamansız bir ölüm yaşamaktan korkuyormuş gibi devamlı bir şeyler yapmaya çalıştım. Yapmadıklarımın yanında, aslında birçok değişik şey yaşadım. Şimdi bu yeni tehditlerin gölgesinde, nasıl da haklıymışım acele etmekte diyorum. Aferim lan geçmiş ben, gözüme girdin valla.

Gülerek devam ediyorum. Bu Bok Çukuru beyefendi, inatla hâlâ çok seviyor.

Saat 3:00'e koşuyor. Benim üstüme ise vıcık vıcık bir yorgunluk çöktü. Artık uyuma vaktidir.

HADEN!

22 Ekim 2009

Ne zaman gittin, Kişi? Görmedim seni.

Uçaktan atlarken unuttum sanırım. Galiba özledim.

Bu sözler sana asıllarını anımsatır mı bilmem. Asılları daha güzel ama. Dinleyesim geldi bak o parçayı.

---------------------

"Gerzek misin sen? Neden gülümsüyorsun?"

Yüzü düştü karşıdakinin, bir çatlama sesi geli. Yere baktık beraber, kırılmıştı.

Başımı kaldırdım, o kaldırmadı. Kafasının üstünü görüyorum. Hâlâ yerdeki kırıklara bakıyor. Kaldırsa ya başını, baksa ya bana, görsem ya aslını!

Yavaş yavaş kalkan baş, bir ömrün gözler önünden geçmesi gibi ağırdı. Çok ağırdı. Ağır bir görüntü bu. Hevesle bekledim.

Gerilmiş dudaklar, kasılmış elmacık kasları, uzanıp kulaklara tutunmuş maymun gibi sallanan bir ağız. Kurukafa gibi sırıtıyordu.

"Bende bunlardan çok var." dedi.

Altedilmiştim. Korkuyorum.

-----------------------------------------

Biri küçük not defterimi okumak istedi. Önce neden olmasın diye düşündüm. Yazılanlar elbet okunacaktır. Üstelik not defterinde utandığım bir fikir yok. Utandığım bir fikrim yok. Öte yandan benim yazdıklarımdan ona ne? Yazdıklarımı başkalarına gösterirken en çok karşılaştığım şey, yazdıklarımdan yola çıkarak beni ya da anlatmaya çalıştığım şeyi çok iyi anladıklarını düşünmeleridir insanların. Değil ancak. Bu, imkânsız bir şeydir.

Sen, ancak bana anlam yükleyebilirsin. Peki ben o anlamdan ne kadar sorumluyum? Benim birazcık da olsa o anlamı yaşatma yükümlülüğüm var mı? Kendi üstüme yapıştırılan anlamlar üzerinde bir kontrolüm yok, ancak bana bildirilen kadarını kabul etme ya da etmeme hakkına sahip miyim değil miyim?

Soru sormak en iyi yaptığım şeylerden birisi sanırım. Şayet bu soruların her birine günün ve gecenin değişik zamanlarında farklı yanıtlar vereceğimi biliyorum. Kâh egoist bir yapı ile savunmacı bir tavır takınırım, kâh özverili bir şekilde ılımlılığın dibine vururum. Çelişkilerin insanıyım, ancak bunların her birini sana yansıtmadığım için beni yadırgamamalısın. Yadırgadığını da sanmıyorum gerçi, sen tanımadığım kadarıyla hoş birisisin. Tanımadığım kısmını hoşlukla doldurmak ise benim insiyatifim ve insan severliğimdir. Al sana ılımlılık.

Öte yandan, hayatım boyu (22 sene, çeyrekten biraz fazla bir ömür) karşılaştığım insanların genelde ya iyi niyetli ya da tuhaf insanlar olmalarından ötürü olsa gerek, ben herkesi ilk seferinde iyi bilirim. Bunun çok sıkıntısını çekmeye başladım. Bu iyi bilme işini, aktiflikten pasifliğe çekip ilk izlenimlerde yapay da olsa güvenmez bir tavır takınmakta aslında fayda var.

------------------------------------

Hastanede bir adam. Sedyeye uzanmış, boyazına kadar beyaz bir çarşafla örtülü. Ben oraya vardığımda bir hastabakıcı getirip, büfenin yanında duvarın dibine bırakmıştı. Ben yaklaşık yedi saat kadar hastanede bekledim. O adam yedi saat boyu oradaydı. Kimse ile konuşmadı. Tavana baktı, uyudu, kıpırdamadı. İşkence resmen.

Bir ara neredeyse gidip bir muhabbet başlatacaktım. Ancak sonra kendimi tuttum. Neden tuttum kendimi? Belki de adam için çok iyi bir şey olacaktı. Şimdi pişmanım. Unutamadım adamın halini. Bir daha öyle birisi görürsem, gidip konuşacağım. Hastanelerde tanıştığın insanlardan genelde iç açıcı hikayeler duymuyorsun gerçi... Adam çok dertli çıkar, anlatır da anlatır, ben bunalır ancak nezaketen kaçamam falan. Gerçekçi olmak gerekirse, içimde bu durumdan usanacak bir Mete mevcut. Çelişkili duygular içindeyim bu konuda, gördüğün gibi.

-------------------------------------------

Yine fazla yazdım sanırım.

HADEN!

21 Ekim 2009

KİŞİ!

Beni parçalanmadan evvelki halimle hatırla. Ayrıca şu anda pek uykusuzum, rüyamda bana yardım edersen pek sevinirim.

Bana bu uykulu halimde yardım eden şahane insana selamlar!

Öldüm ben, HADEN!

18 Ekim 2009

sarı manyetik ışıklarda gölge oyunları

kuş yapıp kanat çırpmaya çalıştım

parmaklarım kırıldı


Art by Aktass @ DeviantArt

14 Ekim 2009


Ne dersin, Kişi, sesim geliyor mu sana?

Hayalcilik boş ama hoş şey. Aklını başından alır ve oturduğun yerden yapılacak en güzel şeylerden biridir.

Kitapta idealist, karizmatik lideri öldüren kişi fakirlikten ve çektiklerinden ötürü o lidere karşı öfke duyan birisi. O lideri, lüks düşkünlerinin timsali olarak sayıyordu. Ancak onu öldürdüğünde bu duygusal insan bir o kadar da dehşete düştü. Çünkü insan öldürmenin idealizmle bir alakası yoktur. İnsan öldürmek, üzücüden başka bir şey değildir. Öte yandan kendi iyiliğini bastırmak için bilhassa kötülük yapan soğuk kanlı düşünür bu cinayeti neredeyse eğlenerek karşıladı. Düşünürün hayat felsefesi onun bu durumu, bu deneyimi ilginç bulmasını sağlıyordu. Ölüyü ilgiyle inceledi, gözlemledi ve onu okuduğu oyunlardaki kelimelerle betimledi. Cesedin katılaşmaya başlayan bedenini kauçuktan bir oyuncağa benzetti. İnsan aklı her şeyi kaldırabilir aslında. Bakış açısı!

Sonra neden bilmiyorum, aklıma Otostopçunun Galaksi Rehberi geldi. Dünyanın yok oluşu... Dünyanın yok olacağı gün, kitabın başkahramanı Arthur'un evini yıkmak için buldozerlerle gelirler. Evin olduğu yerden bir otoban geçecekti, yıkılması gerekiyordu. Arthur bu duruma karşı çıkarken arkadaşı ve aslında bir uzaylı olan Ford gelip onu bara götürüyor. Tam yirmi dakika içinde dünya yok olacaktır, bol bol alkol ve tuz alıp (otostopun etkilerini azaltıyor), gelecek dev uzay mekiklerine otostop çekmek için hazır olmalıydılar.

Ancak komik olan bu değil. Komik olan dünyanın yok olacak olmasıdır. Çünkü dünyanın dev uzay gemilerince yok edilme sebebi, uzayda yapılacak olan bir otobanın yolu üstünde oluşuydu. Yazarın yeteneğine bak. Bu durum bana çok komik gelir hep. Dev uygarlığımızın bir galaksilerarası otoban inşaatı sebebiyle tek seferde löp diye yok edilmesi. Bunları duymuş olmasına rağmen Arthur'un yıkılmak üzere olan evini korumaya çalışması da ayrı bir komedi. Arthur'un evi de aynı sebepten yıkılıyordu.

Bir kitaptaki cinayet sahnesinden sonra bunun aklıma gelmesine bir açıklama getiremiyorum. Ancak bir ara şu Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni orijinal dilinde okumak istiyorum. Bir ara. Evet. Bir ara.

Hm, kaç gündür de film izleyemiyorum. Yarın biraz ona vakit ayıracağım. Beden zayıf düştü, bari aklı ve yaratıcılığımı meşgul tutayım. Yine oturup sudoku çözmeye başladım. Nasıl da paslanmışım ama, kolay olanları bile 8 dakikadan aşağı çözemiyorum. Düzeleceğim düzeleceğim.

Diyeceksin, zeki olarak eline ne geçecek? Ne bileyim be, belki yeterince zekileşirsem buna cevap verebilirim. Akıl oyunlarını özledim biraz. Ne zamandır aklım ya bir kızda mahmur ya çektiğim acıda zavallı ya geleceğimle evham dolu ya da internetteki bilgi çöplüğünde yüzer haldeydi. Uyuştum be.

Yedi anahtarın koruyucusuna sormak gerek hiç o kapıları açmak istemedi mi? Anahtar deyince aklıma Yerdeniz Büyücüsü'ndeki anahtarlara bakan büyücü geldi. Akademinin en yaşlı ve güçlü büyücüsüydü ancak tek yaptığı anahtarlara bakmaktı. O kitapları şimdi okusam çok farklı anlamlar çıkartırım ha. Yapmalı aslında.

Londra'da 50 kişiye tek bir soru soruyorlar. Yarın uyandığında nerede olmak istersin? Çok değişik cevaplar geliyor, bazı cevaplarsa çok sıradan. Ancak, yapılan şey ilginç geldi bana. Kıbrıs Şehitleri'ne gidip aynısını yapmak gerek aslında. Çok ilginç cevaplar çıkar aslında. Tamam, bir gün bunu yapacağım. Herhalde bana katılacak bir iki deli rahat bulurum.

Yeter bu kadar yazdığım. Haden görüşürüz.

Art by crack-32 @DeviantArt

11 Ekim 2009

Adam geldi bana yine Türkiye'yi motorla gezmekten bahsetti.

Bu sefer gerçekten düşündüm. Acımın, ağrımın kaynağından kurtulayım; yine kendi ayaklarımın üstünde durup güçleneyim. İşte o zaman eğer hâlâ gönüllü olursa o adamla bu deliliği yapacağım. Yazdıklarım ise buraya yansıyacak. Yaşadıklarımı yazacağım. Ve düşüneceğim, şu dikkatimi dağıtan etmenler gittiğinde oturup etraflıca düşüneceğim. Elbet aklımın esnekliği geri gelir zamanla. Kaybettiğim kasları geri kazanırım.

Kaç sefer oldu buraya yazmaya niyetlendim; ancak yazarken yine kendime çok acıdığımı ve elle tutulur bir düşünceden yoksun sadece serzenişlerden ibaret şeyler yazdığımı fark edince vazgeçmiştim.

Hmm, bu arada hep merak etmişimdir. Şu windows media playerın shuffle modu hangi prensibe göre çalışıyor. Çünkü atlamama rağmen kaçtır inatla aynı parçalara dönüyor shuffle modu. Belki de programı her başlatışımda çalmak üzere sabit bir gelişigüzel liste yapıyor.

Derken bir otoriteden öğrendiğime göre iş tamamen programı yazan kişiye kalmış. Genelde algoritmik bir işlemmiş. Matematik!

Ben ermiş olayım lan bu kadar çektikten sonra. Bazen lanet ediyorum da, ancak sonra belki de gelecekteki ben olabilmem için gerekli bunlar diye avunuyorum. Zoraki fedakârlıklar. En azından dengesizliklerim için sağlam bahanelerim oluyor. Küçükken öyleydi. Bir tuhaflık, bir duygusal dengesizliğim olunca hep geçirdiğim hastalığı bahane gösterirlerdi. Hep o hastalık, hep o hastalık. Yaptıklarımın ağırlığını taşımayan birisiydim. Ne sorumsuzluğumun, ne de başka türlü şımarıklıklarımın.

Saat 01:04, yatmak istiyorum ancak istemiyorum da. Artık beklememe gerek yok, ancak yarın nasıl olacağımdan korkuyorum. Dileğim, yarını gamsız ve nispeten ağrısız, en önemlisi herhangi bir uyuşma olmadan atlatmam. Bunun bedeli uykusuzluksa, uykusuzlık olsun. Gördüğün üzere, tuhaf inançlar geliştirmeye başladım. Bir de batıl inançlar nereden çıkar diye sorarlar.

İstedikleri kadar rahat koltuklar getirsinler, hiçbir şey şu bağdaş kurmanın yerini tutmuyor ya.

Bugün gidip bir yığın tükenmez kalem alıp evin, arabanın, çantanın muhtelif yerlerine koydum. Hadi bakalım, şimdi kolaysa kalemsiz kalayım!

Saçı sakalı birbirine karışmış bir adam bana yeğenim dedi ve kendisinin bizim bir aile dostumuz olduğunu söyleyip durdu. Eğlenerek izledim adamı. Ara ara anlayamayacağı derecede alaycı cevaplar verdim, biraz göt ettim zavallı adamı. Cahil kişi, fark ettiyse dahi bulunduğumuz yer babamın sahibi olduğu iş mekânı olduğundan cevap vermedi. Tasmasını saldığımda hiper derecede bir egom var. Bazen mütevazılığımın sahte olduğunu düşünüyorum; ancak aslolan eylemdir değil mi? Hem böylesi yoğun bir kendini üstün görme hissinin bir yanılsama olduğunu biliyorum. Çok tatlı, sıcak, güven verici bir yanılsama; ancak yine de bir yanılsama. Ancak, doğrusu altıma verdikleri araba, elimin altındaki olanaklar, cüzdanımın şişkinliği ve çevremde benim kadar okumuş ancak sayılı insanın olması bu egoyu bastırmamda pek yardımcı olmuyor. Biri beni göt ettiğinde hoşuma gidiyor o yüzden; diyorum ki "Aha, al işte, oh olsun!"

Sanırım iş yerine bu kadar sık gitmemeliyim. Çirkin bir yüzüm ortaya çıkıyor.

Bu arada, artık amelyat olmaktan kaçınmayacağım. Hatta ilk fırsatta olmak istiyorum diyebilirim.

Günlük yazmaya ara vereceğim. Tüm yazı motivasyonum oraya gidiyormuş gibi geliyor. İnsanın içinde birikmesi lazım bir şeylerin ki sonunda şişip yoğun bir şekilde ifade edilmek istesinler de ben edebi bir şeyler yazayım. Psikolojik olarak rahatız olmam lazım, bir diğer değişle. Ha, en son ihtiyacım olan psikolojik rahatsızlık belki, lâkin ben bu yazısızlıktan rahatsız oluyorum artık.

Neyse işte, gideyim artık. Haden.

05 Ekim 2009

Mekanik işleyen fikrin bitkisel uğraşı sen

Bir ağaç, bir sarmaşık

Taş duvarlı taş ev başım

Senin böceklerinin işgâli altında

Art by stepskivuk @ DeviantArt