30 Haziran 2009

Kişi.

Yalnız kalmanın da bir ihtiyaç olduğu şu günlerde, kendimi çekildiğim köşelerde kanca burunlu insanlarca didiklenirken buluyorum. Sonra bu herif neden aksi diyorlar.

Bu aklı ben seviyorum da, n'apacağım ben bununla? İşte, fiziksel sıkıntıların iyi yanı seni bu tür kendinle ilgili soyut konulardan uzaklaştırıyor olması. Aynı şekilde artık resmi bir işsiz olarak kendimle ne yapacağım sorusunu da "ah ağrılarım vah ağrılarım" diye diye başımdan savıyorum. Bu gidişle çektiğim acıyı sevmeye başlayacağım.

Bilgisayara bağımlı değilim. Öyle idim bir zamanlar, artık değilim. Hatta artık makina başında kendimce bir şeylerle uğraşarak çok uzun süre oturamıyorum. Oyun oynamam da pek seyrek. Beni tutan yine arkadaşlardır, onlarla olan muhabbettir. Belli kişiler var ki varlıkları saatlere bedel, konuş konuş bıkmazsın. Yine de, bugün baktığımda, artık konuşacak az kişi var internet üzerinden. Onlar da nadiren gelirler. Neredeler bilmiyorum, merak ediyorum doğrusu. Boş saatlerin denizde kum olduğu şu zamanlarda o eski yoğunluğu, o bilgisayar başında sıkılmadan geçirililen eğlence dolu uzun saatleri arıyorum.

Okumak güzel şey. Keşke dikkatimi ağrımdan alıp okuduğuma yoğunlaşmak bu kadar zor olmasaydı.

Belki eski yarım bıraktığım hikayelerin birine devam ederim. Üretmek iyi gelebilir. Ya, benim bir edebiyat hocam vardı bu arada, harbiden n'oldu ona?...

Bana üstüne hayalden dünyalar kuracak küçük bir öpücük verse ya... Hiç mi aklına gelmez ciddi olabileceğim? Belki uyumak daha kolay olurdu o zaman, hatta rüya bile görürdüm. Belki gelmiştir de fikir pek hoşuna gitmemiştir ya da o kadar sevmemiştir ya da ne bileyim. Olur böyle şeyler, bilirsin.

Bir çocuğun açık sözlülüğü bana bu kadar ilaçla nasıl yaşadığımı sordu; yaşamak bu ise, bal gibi yaşıyorum valla. O velet kendine baksın; salıncaktan düşmüş, tek gözü şiş geziyordu. Öte yandan tatlıydı be. Ben abisinden çok şey bekledi, ben abisi ise tam abilik yapamayacak kadar kendime dönüktüm. Dedim ya, yalnızlık fena bir ihtiyaç oluyor bazen; habersiz küçük çocukları bile hayal kırıklığına uğratırken bir ikinci kez düşünmüyorsun.

Belki de hatalıyımdır.

27 Haziran 2009

hoşnutlukla karışık acı kıvılcımları
böylesi koyu bir tat
b
oğazın ne kadar dayanır
dilin şişer
miden düğümlenir
Galiba yaşarsın

Art by jerishoots @DeviantArt

25 Haziran 2009

Ey kişi, bu bir şiir değildir. Birkaç gün önceki ben sana vaatte bulunmuş olabilir fakat sen takma o kendini bilmezi. O kişi kendini bilmezken birkaç gün sonraki beni nasıl bilsin hem?

Yine de içimden gelerek yaptığım şeyler çok. Tıpkı o sözü verdiğim zamanki gibi. Ya da bir koşu gidip çiçek aldığımda...

Kitap okumamın ardından içimden yükselen deliliği seviyorum. Zihin durmuyor, koşuyor, kelimelerle doluyor taşıyor. Böyle bir zihin yazıyor hikayeleri, şiirleri. Böyle bir zihin hem korkutuyor hem de rahatlatıyor beni.

Edebiyat insanı yanlış yönlendirebilir, biliyorsun. Yani, okuduklarını anlam, alt anlam ve yargı süzgeçlerinden geçirmeden olduğu gibi alan insanlar var. Bu insanlar bir şey kağıt üstüne basılmışsa kesin doğruluk taşıyordur gibisinden bir yanılgıya düşüyorlar bazen. Kendi ilk gençlik yıllarımda da okuduğum kitaplardaki bazı öğelere fazla değer verir o öğeleri gerçek hayatta arardım. Öyle değil işin aslı elbet, zamanla öğreniyorsun. Benim sinirime dokunan o kadar şey okuyup bu yaşlarında hâlâ kendi dünyalarını okuduklarıyla tanımlamaya çalışanlar. Kişi edindiği bakış açılarının yardımıyla kendisininkini genişletmeli, bir dar bakış açısından ötekine geçerek kendisini kandırmamalı.

Bir de tam olarak anlamadığı şeylere tapınanlar var ki o bambaşka bir konudur.

Bugün, hoş bir gündü. Gerek sevdiğim birisi ile saatler geçirerek (ve sonrasında tek başıma) kendime vakit ayırmış oldum. Beş güzel kıza çiçek aldım (birisi çok özeldi fakat ışıltısını sadece ben görebiliyordum.) Olasılıkların oyunu sayesinde kitapçıda dostlarla karşılaştım (sürpriz karşılaşmalara bayılırım.) Aldığım kitabı hemen okumaya başladım falan filan fıstık. Seni ayrıntılara boğmayacağım.

Bir dahaki sefere belki bir şiir görürsün ha?

23 Haziran 2009

Bunu okuyan kişi. Bu, iki şiir arasını doldurmak için yazılan bir yazıdır ve az önce kulağımın dibinde uçan sineği haklamak için ellerimi kulağımın dibinde çırpmam neticesinde şimdi sağ kulağım çınlıyor. Sen ne kadar ne alaka desen de ben burada bir alaka olduğunu iddia ediyorum; anlayana! (Yazar kişinin bir numaralı savunmasıdır, yazı gerçekten anlamsız olsa dahi.)

Geçen zamanların yaşanmışlığını rafa kaldırdım. Fotoğrafları toplamayı bitirdiğimde rafta, baka baka iyi hatırlayacağım tonla anı olacak. Gelecekten, geçmiş o anki kendimin bir numaralı fanıyım. O geçmiş andaki ben kötü vakit geçiriyorduysa dahi ben onu iyi hatırlayıp eğleneceğim. Gelecekten hep desteğim var. Ah, harika...

Can sıkıntısını çok dillendirir oldum. Cep telefonumda mesaj uzun olsun diye Türkçe karakter kullanmadığım için küçük ı yok. Bu durumda yazdığım mesajlarda can sıkıntısı bir anda anlam genişlemesine uğruyor! Ne yapabilirim ki?

Ah bu geceler geçmek bilmez oldu. Saatlerimi çalan kişiler, nerelerdesiniz? Gönüllü vericiyim.

Acı dinmek bilmiyor tabi ki. Aklımın yarısını esir alıyor. Öfke ile karışık bir hüzün duymuyor değilim. Çok kötü zamanlara denk geliyor bunlar. Yalnız yürümeye göreyim, gözlerim doluveriyor. İki hıçkırık ve diniveriyor sonra, birkaç dakika sonra tekrar iki hiçkırık olarak geri gelmek üzere. Gülerek ağlamk suretiyle yaşlılığım için çok özgün yüz çizgilerinin temellerini atıyorum. Tabi ki mağdur psikolojisi ile hiçbir yere varılmaz. O psikolojide de değilim, o yüzden öfekeleniyorum şu bitkin halime. Ya neyse işte. Biraz dengesizim, geçer zaman içinde herhalde.

Galiba yatakta kırık olan yere oturmuşum; yaklaşık bir beş santim göçtüm az önce.

Yarın Transformers 2'ye gideceğim. Ece ve yavuklusu ile birlikte. Bakalım nasıl olacak. Herhalde fena olmaz. Senaryo kötü bile çıksa, en azından görsel bakımdan iyi bir şeyler izlemiş, robotların araç formundan robot formuna geçişlerindeki eşsiz ses efektini dinleyerek kendimden geçmiş olurum.

Çok uyur oldum be. Gün içinde can sıkıntısından uyuyorum bazen. Bu kadar uykudan sonra bir tür aydınlanma, bir uyanış, bir fenafillah mertebesine eriş bekliyorum.

Her neyse işte, dahası onyüzbinmilyon beyaz kedi kılı.

22 Haziran 2009


Bir gün ki ertesini ancak hayal edersin
Kutlu zamanlar bunlardır elbet
kaotik ve gelişigüzel, sürpriz!
bir planın güvenliğinden yoksun gidersin
adrenalin bağımlılığıdır belirsiz ertesi
bir cesaret işidir böylesi;
ahmak cesareti


20 Haziran 2009

Dolu günler geçip yerlerini boşlara bırakınca insan kendisini bıraktığı yerden topluyor.

Ben sanırım yoğunluk seven birisiyim. Yani oradan oraya koşayım, kendimi unutayım, bir şeylere kaptırayım falan filan fıstık. Geçen birkaç gün ise bu hallerimin altın çağı gibiydi. Nasıl da sevindim, nasıl da eğlendim. Eğlenirken neredeyse tamamen dürüsttüm. Bittiğinde ise, bir şeylerin geride kaldığına dair o lanet his kurşun gibi çöktü üstüme. Bu sefer başlayacak yeni bir okul dönemi de yok. Anlayacağın, bilir kişi, taklaya geldim.

Hiç olmazsa bir ton fotoğraf çektirdim.

KOnuyu değiştirmeli. Benim diğerinde gördüğüm olasılıkların benim kendimden ötürü olduğunu unutmamalıyım hiçbir zaman. Ayrıca kendini kandırmaca hoş bir şey olabileceği gibi genelde fena oluyor. Fena fillah.

Yine de, iyi delirdim. Bir tane de deli buldum kendim gibi, birlikte delirdik. Delirmeyi yine sevdirdi, deli kişi. Hangi sebeplerden delirdik, bir önemi olmasa gerek. Delirdik işte.

Uykum geldi sanırım. Başka da mesaj gelmez herhalde. Geceyi Özdemir Asaf'tan bir şiir ile bitirmeli.

"Kaptanların büyük üzüntüsü
Varılan limanlardır.
Bu konuda beni haklı çıkaran
Kaptanlardır."

15 Haziran 2009

Beni dinleyen, izleyen kişiler.

Tedbil-i mekanda ferahlık vardır denildiğinde elbet bir bildikleri vardı. Öte yandan taşınma mevzusu kendi içinde çelişkiler barındırır. Bir kere yanına alacağın şeylerin gerekliliği gereksizliğini eğer tecrübelerinden öğrenemediysen, ki vah halime, o zaman hamallığı göze almış bulunursun. Aklının ne kadarını yanına alacağın da ayrı bir konudur, ki etraflıca düşünmeyi gerektirir ve bu da bir çelişkidir aklında bulunsun.

Özdere'deyim. Deniz var, temiz hava var, kıyı yolu var... Ağrıyan bacağıma inat tırmanacak katlar var!

Son iki üç ayın hasatı üç beş şiirimsiyi bilgisayara geçirdim bu akşam. Bilmiyorum hangilerini okursunuz, fakat şimdilik sadece bilgisayara aktarılmış olmaları benim için yeterli.

Öte yandan, yine gün katilliğine başladım galiba. Yazık be gençliğime.

Efendim, ben daha zeki olsam ne kazanacağım? İnsan neye ihtiyacı olduğunu iyi bilmeli. Benim ise zekaya ihtiyacım olduğunu sanmıyorum.

Şu aksiliğim. Evet, aksiyim. Huysuzum, bağırıp duruyorum. Bir şeyler batıp duruyor. Kaynak zihin söylediklerinin farkında bile değilken benimkisi söylenenleri söylem çözümlemesinden geçiriyor ve sonuçlardan memnun kalmıyor. Nedir bu işin aslı astarı? Çok şey söyleyebilirim. Bu benim mizacım olabilir? Olmasa da olur, çünkü böylesi deli dumrul vaziyette olmak kendime geldiğim nadir vakitlerde gurur duymama sebep olmuyor. Peki efendim, ne yapmalı? Kontrol belki. Fakat hani duygular içeride kalmasın? O zaman sindirip de dışa vur. Ya da filtrele? İlla bir yerde bişeyi unutacağım di mi? Neyse ya, gidiş gelişlerdeyim şu sıralar. Keskin sirke küpüne zarar olacak, ondandır kaygım. Ha bi de sonunda herkesin beni çekmekten vazgeçip gitmesi.

Aldığım ilaca, hormona, geçici süre servis dışı kalan beynime verin bu tepkilerimi. Mümkünse sineye çekmeyin, yapıştırıverin lafı. Kavga edelim ki ben üstünde düşüneyim. Ben üstünde düşüneyim ki kendimi fark edeyim. Kendimi fark edeyim ki değişeyim. Kabul etmeyin lan beni. Siz siz diyorum da, siz kimsiniz?

Bu günkü fırtınalı havayı memnuniyetle karşıladım. Rüzgar gürültüsünden tuhaf bir haz alıyorum. Ayrıca eminim sivri sinekler fena sersemlemişlerdir, Nwahahaha!

Her neyse, yeter bu kadar saçmalamak.

14 Haziran 2009

Ne yapılsın tarafımca da tarafım taraflığından memnun mesut tarafsın gitsin?

İrdelemeyi bırakmam gerektiğine karar vermiştim ta ne zaman önce. Bırakmış mıydı pek hatırlamıyorum, fakat sonrasında çözüm arayışlarına devam ettiğine göre kafa yormaya son verilmemiş.

Şu moral depolama çabalarım ters tepti biraz sanırım. Zorla güzellik olmuyor elbette. Yani, sanırım yapay olanlar doğal olanları öldürüyor.

Fark ettiysen ne biten derslerden ne de girdiğim son sınavdan bahsettim. Bu bitişleri düşünmek istemiyorum. Düşünmek istemediğim şeylerin arasına koyuyorum. Sıra sıra koleksiyonum oldu bu düşünmek istemediğim şeylerden. Bir cam vitrin hazırlamalı.

Ayrıca, arayışa da bir son vermeli. Aramak, elde etmeye çabalamak ben beceremedikçe beni kudurtuyor.

Konuyu değiştirmeli bir ara...

11 Haziran 2009

Alınganlık kaçmış içime, bir açıklama yapılmayınca düşündüğüm şey sanıyorum olanları. Hani ben çok zekiyim, olayları her açısından görüp en muhtemel olanı anında anlayıp kesin olasılıklı doğruları tahmin edebiliyorum ya hani... Tabi ki işin aslını öğrenmek için ya kendin müdahale edip sorgulamalı ya da beklemelisin. Bekle bekle derken kurtlanıyorum. Kurtlanan meyveler hoş değildir. Gerçi ben bir meyve değilim. Yine de metafora saygı duyalım lütfen, kendi içinde gelecek tahmininde bulunuyor, bugün yarın bir meyve de olabilirim ne de olsa.

Yine espri çabasına giriştim. Olabilir, hemen bozmayalım kendimizi.

Beni ikna etmeye çalışacak insanlara bunu bilerek gittiğimde ne kadar dirençli olabilirim? Bu direnç değil önyargı da olabilir ona bakarsan. Konular hakkında kendim düşünerek vardığım fikirleri kullanmayı tercih ederim. Bir başkasının kurduğu fikirleri takip etmek, onları alıp benimsemek bence okumuş akılcı insana yakışan bir davranış değil. Elbet fikirler dinlenmeli fakat her zaman kendi fikrini değiştirmede hafif gönülsüz olarak. Sonra üstünden vakit geçse, oturup düşünüp taşınıp sonunda o fikrin doğruluğuna kanaat getirirsin, o zaman diyeceğim bir şey yok, şimdilik. Yine de şüphe duymaya hazır olmalı insan.

Şu dediklerime bak; ne kadar da stresli bir yaklaşım. Halbuki stres şu dönemler en son ihtiyacım olan şey.

Şu günlerde en çok ihityacım olan şey ne diye sordum kendime. Sanırım sevgimin içimde sıkışıp kalmaması. Fakat malesef dünyadaki tek insan ben değilim ve bu bahsetiğim duygu ağaçlara sarılarak geçmiyor. Bu noktada işin içine tuhaf dürüstlüğümsülüğümden (dürüst gibi gibi) beslenen şanssızlığım geliyor ki aslında kısa zamanda çözmem gereken düğümlerden birisidir kendileri, yoksa bu durum kendisini senelerce devam ettirebilme kapasitesine sahip olduğunu çoktan kanıtladı.

Isınmak için bu kadar yöntem varken, soğumak neden yetim muamelesi görmüş? Klima aşırı, pencereler yetersiz, çıplaklık nafile, vantilatörler ihanet dolu... Bakın somut şeylerden bahsediyorum, yoksa küresel ısınmaya da girersek yazı fazla uzar. Neyse... misal, neden su soğutmalı yataklar yapmıyorlar?

Neyse işte... Ne anlatayım be sana? Zaman ne de geçmez şeymiş, canın bir şey istemiyorsa hele.

Yazmak da zor aslında, değinecek bir şey bulamıyorsan hele.

Kastırma be beni!

10 Haziran 2009

Alakasız andır
Adım adım yürürkene
Ansızın fokurdanır,
Bir ihtiyaca düşersin
Etrafa bakınır,
Birisini ararsın.
Bu, sevgi sıkışmasıdır;
Yalnızsındır,
Ağaçlara sarılırsın.

Geçmez mi napsan da
Yudum yudum kahvelerde
Dudakların geriliverir
Bir ihtiyaç duyarsın
Etrafa bakınırsın.
Gülecek bir yüz ararsın.
Bu, sevgi sıkışmasıdır;
Tüm gözler kaçıverir,
Duvarlara sırıtırsın.

Sonra bir gece otobüsünde
Seçebildiğin tanıdık yollarda
Hani o eski hikaye canlanıverir
Hemen bir ihtiyaç olur
Etrafa bakınırsın.
Anlatacak bir baş ararsın
Bu, sevgi sıkışmasıdır;
Herkes inmiştir,
Koltuklara konuşursun.

Nefes almak gibi zorunlu
Rüzgardan başka doku
Egzozdan farklı koku
İhtiyaçtır n'aparsın;
Koklayacak yumuşak bir baş ararsın
Bu, sevgi sıkışmasıdır;
Burnun kaşınır,
Ciğerlerinden hapşırırsın.

Ne dersin, belki delilik,
Belki de kimsesizlik
İçinde ur olmuş
Sevdan elinde patlar
Aydınlık pencerelere bakarsın
Bir sıkıntı duyarsın
Miden guruldar
İşte bu belki sevgi,
belki de gaz sıkışmasıdır.

--------------------------------------------

Bu şiirimsiye bir not düşmek istiyorum. Aslında eski sayılır, yaklaşık 3 senelik falan. Fakat ilk yazdığımda sadece ilk kısımdan oluşuyordu. Fikir hoşuma gittiğinden biraz bekletmeye karar verdim ve zamanla diğer kısımları yazıldı. Son kısım konusunda tam rahat sayılmam, o kadar yazdıktan sonra şiirimsiyi böyle bitirmek biraz kötü hissettiriyor. Fakat o zamanki ben'e ve onun muzurluğuna duyduğum saygı ve sevgiden ötürü dokunmadım.

Ne zamandır buraya koymayı düşünüyordum. Bu güne kadar bekledi. Fakat yayınladıktan sonra biraz kötü hissetmedim değil; etrafımda kendi bencil "sevgi" işlerimi çocukça ilan edişimi yersiz, gereksiz ve kaba kılacak başka daha ciddi ve hüzünlü olaylar dönüyor. Bilmiyorum, belki de fazla hassas davranıyorum.

Belki de güldürmüşümdür.



Ar by bogdantzigan @ DeviantArt

07 Haziran 2009

100. Gün

"Bu, bu blogun yüzüncü kaydı. Ne mutlu..."

Demek isterdim. Şöyle ki bunun 100. kayıt olduğu bir gerçektir. Fakat mutluluğu tartışılır. Bu blogu günlük olarak kullanmayacağımı söylemiştim bir yerde. Fakat bu, karışık bir gün.

Tanışmadığım bir insanı kaybettim. Tanışsaydım, eminim çok şey kazanırdım. Ilgın'ın anneannesi, ki ismini bile bilmiyorum, bugün haftalardır yattığı yerden kalktı; fakat ne onun kalkışını ne de yükselip Ege Üniversitesi kalp ve damar binasının çatısını geçerek uçuşunu kimse görmedi. Geride bıraktıkları ise haklı olarak ona doyamamış ıslak yanaklı sevdikleriydi.

Bu gece dolunay, sanki o kişinin sevdiklerini daha net görmesi için her zamankinden daha büyük ve daha parlak.

Üzüntülü zamanlarda sözlerin aklımdan kaçtığını söylemiştim ya, haklıydım. Fakat sözlerin yanı sıra insan bedeniyle de ne yapacağını bilemiyor.

Bu kısa yazıyı, o kişiye, geride bıraktığı ağlayan tatlı kıza, güçlü aileye ve dostlara adıyorum.

Ayrıca onlara teşekkür edin, bu sayede zihin akışı yapmamdan yırtmış bulunuyorsunuz.

04 Haziran 2009

Eski dostların düzenlediği toplantılara onu artık çağırmıyorlardı. Gitmiyordu zaten. Ayrı bir hayat kurmuştu kendisine, çoktan. Konuşan da yoktu hani; aranmaz ve sorulmaz, bazı eski dostlukların kaderi.

Bu yüzden çatkapı geldiğinde partidekiler çok şaşırmıştı.

"Sen! Niye haber vermedin? Hoşgeldin!" yine de kimse bozuntuya vermedi. Bir iki sitemden başka söz edilmedi.

Bu güzel kadını eskidien de kimse yadırgayamazdı. 35 yaşında da bir şey değişmemişti belli ki.

Bir iki biradan sonra işin aslı belli oldu. Kadının kocası eğitim için bir haftalığına şehir dışına gitmişti, çocuk ise uzakta okuldatdı. İnternetten bu partiyi öğrenince, eski hayatına bir nebze olsun geri dönmek istemişti. Hem, sürprizleri severdi.

İçildi eğlenildi, an geldi dış kapı açıldı, az içenler çok içenleri yarı taşır vaziyette evlerin yolu tutuldu.

İçtiğiyle rahatlamış olan kadın, serin gecede yürümek istiyordu. Arkadaşları tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi bu güzel ve genç kadını tek başına bırakmak istemediler; onu evine göterecek bir yığın erkek vardı. Fakat o hep redderder, inat eder, evine yalnız dönerdi. Şu güne kadar başına hiçbir şey gelmemiş olmas kadının bu öz güveninin haklılığına dair bir kanıt gibiydi.

İçki insanları rahatlatır, gece insanları rahatlatır, yalnızlık bu kadını rahatlatır... Aile yok, kontrol yok, ışık yok; işte özgürlük budur.

İlk gençlik yıllarının ruhunu yakalayınca gözleri apartmanlardaki tek tük yanık ışıklara takıldı. Şu anda neler oluyor orada?

Hep merak etmiştir, insanlar nasıl yaşıyor neler yapıyor diye. Hatayları onunkinden ne kadar farklıydı?

Yoluna devam ederken pencerelere bakıp durdu. Ayakları onu evine görürürken bir anda durdu. Dudaklarını ısırdı. Sonra hınzırca sırıtıp yolunu değiştirdi.

Bir apartmanın zemin katındaki pencerenin yanında duruyordu şimdi. İçeriden televizyonun sürekli değişen mavi ışığı yayılıyordu. Kadın, perdenin açık aralığından içeri baktı.

Orta halli oturma odasında, özelliksiz, iki kişilik kanepeye yığılmış, şişman bir adam gördü. Küçük televizyonda bir yarışma programı yayınlanıyordu. Adamın hareketlerini izledi. Onu yandan görüyordu. Boş bakışları yorgun fakat uyumayı reddeden bezgin bir inatçılık okunan yüzünde ürkütücü görünüyordu. Arada bir bir yerlerini kaşıyordu.

kadın bu hayattan sıkıldı. Yoluna devam etti. Şimdi müstakil bir evin önündeydi. Sinsizce aydınlık pencereye yaklaştı. İçeride bir yemek sofrası kuruluydu. genç bir çift içkilerini yudumlarken derin bir sohbete dalmış gibi görünüyorlardı. Oğlan hevesle bir şeyler anlatırken kız yordun fakat ilgili bir şkeilde onu dinliyordu. Kadın,, dediklerine kulak kabarttı:

"...ona dedim ki bu şekilde bir yere varamazsın. Zaten kaç defa belli etmiştim onu istemediğimi." diyordu erkek.

"Çok inat etti o... Gelmesin, ben de istemiyorum. Bence o sana sarkıyor."

"Sarkarsa sarksın, eline bir şey geçmez..."

Bu konuşma, nedendir, kadının canını sıktı.

"Pencerede biri mi var?" dedi kız.

"Ne? Acaba..."

Kadın koşarak uzaklaştı oradan. Durduğunda nefes nefeseydi. Fakat gülmeye başladı. Kahkahalarla gülüyordu. Giden neşesi yerine geldi. Yanakları al al oldu. Bu heyecana bayıldı.

Yoluna devam etti. Nedir, gözü bir apartmanın ikinci katındaki kırmızı ışığa takılınca sırıtıverdi.

İçinde bir şeyler kıpırdandı.

Bir ağaç vardı pencerenin önünce. Harika.

Tırmanışı zor oldu. Ne de olsa artık genç sayılmazdı. İkinci kat hizasında kendisine rahat bir yer edindi. İçeri baktı.

Bir çift ateşli bir şekilde sevişiyordu. Görüntü sarsıcıydı. Kadın savruluyordu resmen. Erkek gençti, yeni olduğu hareketlerinden belliydi. Kadın ise 40 yaşlarında olmalıydı. Sarsıcı bir görüntü.

Ağaçtaki yerinde kadın kendisini suçlu hissetti bir an. Fakat bu geçiciydi. Bu gece özgürdü, pişmanlığı fazla uzun sürmedi.

O gece eve varıp varmadığını öğrenmek için arayan arkadaşları onu evde bulamadılar. Çok endişelendiler fakat yapacak bir şey yoktu. Kadın eve ancak sabaha karşı gelmişti.

02 Haziran 2009

Pek âlâ, bir kayıt daha.

Bu kadar kolay olmaması gerektiğini savunan insanlar var. Gönülleri rahat olsun, zaten bana hiç kolay gelmiyor. Öte yandan çok kolay olduğunu, neredeyse kendiliğinden olduğunu söyleyenler de var; onlara buradan bir nah çekiyorum.

Yukarıda neyden bahsettim? Her yere çekilebilir. Ben söyleyeceğimi söyledim zaten.

Sütün ağrı kesici etkisi olup olmadığını merak ediyorum. Vardır kesin di mi? Evet vardır. Var var, süt güzeldir.

Bir kişi bana yine kızar kendi kendime laf ediyorum diye belki, fakat olmuyor işte. Beklentiler içine girerek saatleri ölü gibi geçirmek hangi müthiş kişiliğin meyvesi olabilir? Sonra delirince tuhaf kaçıyor.

Bu sene bir değişiklik oldu, güneşten nefret eden ben sandalyelerimi güneş altına çekmeye başladım. Fazlası hâlâ çekilmiyor fakat o güneş ışınlarını tenimde hissetmek nasıl da hoşuma gidiyor anlatamam.

Balkonumda birkaç bitki yetiştirmeyi düşünüyorum. Korkuluklara sıra sıra saksı asmak, belki köşeye genişce bir saksı ve bir sarmaşık bitkisi. Şimdilik balkonumun gölgeliği yok, o yüzden gün ortasında oturmak pek mümkün olmuyor, fakat akşamüstleri için harika bir mekân. Ayrıca bir masaya ihtiyacım var. Birkaç tane de mumluk aldım mı ışık azlığı sorununu da harika bir şekilde çözmüş olurum. Geriye bir tek sandalyeleri dostlarla doldurmak kalıyor... hay lanet.

Tek başına büyük işlere kalkışabilen insanlar var. Büyük büyük dediğin nedir dersen, misal bir yurtdışına çıkmak. Kişi kalkıyor, vizesi, kalacak mekanı, uçak bileti falan filan fıstık her bir şeyle uğraşıyor ve tek başına yurtdışına çıkıyor. Artık sebep her ne olursa olsun. Hele gitti mi aylarını orada geçirenler gözüme bazen ilah gibi geliyorlar. Mete, neden böylesin derseniz, size bir ton sebep veririm ve hiçbiri tam olarak doğru olmaz. Yapmış olduklarını arkasına almayan birisi olaraktan her zaman deneyimsiz birisi gibi bakarsanız olacağı budur.

Kişinin yapmış olduklarını arkasına almasından bahsediyorum. Bu değil midir kişinin davranışlarını perçinleyen, belki onu olgunlaştıran? Ya da.... yok, kafam dağıldı. Sonra yine bahsederim.

Şair kişinin acısından kederinden yazdıkları ile efkar bulup mest olan okuyucu, şairin mutluluğunu ister mi kine? Aslında bunun üstüne iyi bir hikaye döner ha... Ama ama ama ve ama!

Yanlış anlama, ben aslında derli toplu yazılar yazabiliyorum. Sadece aklıma yazacak derli toplu bir şeyin gelmesi lazım.

İzmirin kızları deniliyor, İzmir'in özelliklerinden bahsediliyor. İzmir'i seviyorum fakat ben etrafıma baktığımda pek o bahsettikleri 'özel' İzmir'i göremiyorum. Sanki eskiler eski İzmir'i yad ederek kendilerini yenisinden uzaklaştırmaya çalışırken, yenisinde bir şey bulamayan yeniler de bu eskinin ölüsü üstünden kendi şehirleriyle övünmeye çalışıyorlar. Tabi dersen Mete, sen ne kadar dışarıdasın, ne kadar etkileşimdesin şehrinle, kaç kere arkadaşlarını toplayıp şöyle bir içmeye gitmişsin, kaç kızın elini tutmuş ya da kaç yabancı ile muhabbetin olmuş, öyle bakarım sana. Aferin, Mete, sıçtın yine.

Aslında arada yine stüdyoya gitmek istiyorum....

Ne bileyim be!

Haden.