Benden yana geçer mi ki zaman, Kişi?
Geçmek bilmedi bir türlü.
Sıkıcı bir gün, eğlenceli bir gece, yorgun ve hüzünlü bir geceyarısıydı evvelsi Cumartesi.
Herkes elbet kendisinin ölümünü hayal etmiştir. Ölünce ne olacağını, insanların nasıl tepki vereceğini falan merak etmişlerdir. Sen de etmişsindir. Hepimiz öleceğiz! Nasıl ölmek isterdin?
Damla ile konuşurken hatırladım, Kişi. Ben çocukken çamurla oynamaya bayılırdım.
Bir çukur kazar, içini su doldurur, karıştırır karıştırırdım. Otlar, yapraklar, çiçekler... Çorba yapardım. Bir keresinde tadına bakmıştım... Tahmin edersin tabi, pek hoş değildi. Eh, en azından bir geophagus, yani toprak yiyici olmadığım belli oldu.
Bundan bahsetmiş miydim hiç?
Sanki daha fazla konuşmaya çalışsam, çok karamsar konulara girecekmişim gibi hissediyorum. Bugün aslında o kadar da iyi bir gün değildi, sağlığıma dair kötü haberler aldım. Ancak artık eskisi kadar etkilemiyor sanırım. Ya da benimkisi daha olayı tam olarak anlamamış olmanın verdiği bir sakinlik.
Neysem, bu girdiyi birkaç gündür yazacağım deyip yazamadığım için koydum buraya. Yoksa söz bir dahakine daha derli toplu bir şeyler yazacağım.
HADEN!
21 Şubat 2010
Gönderen Gorgi zaman: Pazar, Şubat 21, 2010 1 yorum
17 Şubat 2010
Hayatta hiçbir zaman bir giriş cümlesi bulamadım malesef, Kİşi.
Peki ya bundan önceki 220 küsur yazıya nasıl başladın diye sorarsan, acemi şansı derim.
ÇÜnkü ne yaparsam yapayım, olmuş olanı değiştiremem. Fakat bir daha varoluşu yaratmam istenirse, ben dersimi aldım. Aynı hataya düşmeyeceğim. Dİğer başlangıç cümlelerinin hatalarına düşmemek için elimden geleni yapacağım. Ve belki bu seferki daha güzel bir yaratım olur.
Belki bu sefer seni kendi yanımda bulur, hiç yazmaya başlamam ha? Varolmayışsızlıkta var olan bir hayal. Demek ki hayaller önemliymiş.
Aklıma Küp Şeker isimli hikayem geldi. Evren kendine "reset" atıyordu.
Ancak bu seferki başlangıç, diğerlerinden daha bir tatlıydı.
--------------------------------------------------------------------------
Birileri benim yazılarımı çevirilemez bulsa sanırım gurur duyardım.
Birileri elime kağıt kalem versin.
Birileri ilhamın bir yaratık olduğunu, onu üzer küstürürseniz ve onunla ilgilenmezseni sizi terk edeceğini söylemişti.
Birileri hep trenlerden bahseder, tren yolculuklarından. Bense sadece tek bir sefer binmişimdir trene. Rahmetli dedem iledir ve onunla birlikte yaptığımız nadir şeylerden biriydi. ANcak hatırlıyorum, Alsancak'a o çok sevdiğim Amerikan Pasajı'ndaki kaçak bilgisayar oyunları satan yere gitmek istemiştim. Dedemi ta garın oradan Kıbrıs Şehitleri'ne kadar yürütmüş, sonunda da bir şey beğenmemiştim. Ne lanet bir çocukmuşum. Adamın ayağı yaralıydı bir de. Dönüşümüzü hatırlamıyorum. Sağol be dede, sayende trene bindim.
Bu kadar sanırım. Başka bir şey yazmayıp zıbaracağım.
HADEN!
Gönderen Gorgi zaman: Çarşamba, Şubat 17, 2010 2 yorum
13 Şubat 2010
Saat 4 müydü neydi bari bloga yazayım dediğimde, Kişi.
Şİmdi saat 6:30. Bu süre zarfında 4-5 defa uyuma girişiminde bulunup bel ağrısından ve inatla sanrılarından uzaklaşmayı reddeden aklım sebebiyle hüsrana uğradım.
Sanrılardan bahsedersem. Nedense kendimi inatla uzayda sürüklenen ve kolonisi tarafından geride bırakılmış tek kişilik küçük bir keşif gemisi olarak görüyor, yastığıma iyice sarılıyor ve kısılı kaldığım gezegen yörüngesinden çıkamadığım için bir kısır döngü misali sürekli bu durumdan kurtulmak için ne yapmam gerektiğini düşünüp duruyordum. Şu çözemediğim denklemler gibi bir durum. Uyanıyorum, etrafıma bakınıyorum, ağrıyan belimden dolayı üç beş dönüyorum (ki işkence gibi ve sadece bel ağrımı şiddetlendirmeye yarıyor) ve yakaladığım küçücük gaflet fırsatlarında uykuya dalmak yerine yine bu salak rüyamsı ile uğraşıyordum.
Neyse, zaten sabah oluyor.
Şu güçsüzleşmeden sonra fark ettim ki meğersem yorgan kontrolü güçlü bacak darbeleriyle gerçekleşen bir olaymış. Doğrusu yorganım beni eziyor artık. Öte yandan üstümü açarsam bu sefer Günfer Hanım ezer. NE büyük bir ikilem!
Yine misler gibi yağmur yağıyor. Yağmurdan istifade, uyumayı deneyeyim yine.
HAdi bakalım.
Gönderen Gorgi zaman: Cumartesi, Şubat 13, 2010 0 yorum
10 Şubat 2010
Gerçekten iyi hikayelerin bir başı yoktur. Ne dersin Kişi?
Ağrı kesicinin olduğu yerde umut da vardır.
Ne büyük hayal kırıklığıdır seven için, sevdiğinin en güzel günlerini onsuz yaşaması.
Kendine teslim ol, seni götüren nehirine.
Kurtarılmaya ihtiyacın yok. Bırak sona kadar boğul. Bu hikayenin kahramanının akıllı olması şart değildir. Aklın sende değil: Daraldın. Delirdin.
Ne diyor bu herif? Kestiremiyorsun değil mi? Yarın saçını kestirelim dedi Günfer Hanım. Nasıl?... Sanmıyorum.
Düz duvara dokunmak gelir mi arada içinizden? Soğuğunu hissetmek. Onun size destek olmak istediğini düşünmek. Ama ister mi?
Karar vermek için akıl mı yürek mi? İkisinin rollerini değiştirirsem ne olur? Akılla sevmek ve kalple düşünmek. O zaman sevginin haslığından emin olamam. Verdiğim kararlarınsa doğrulğundan. Yüreğinin götürdüğü yere git deniliyor, yüreğin nasıl hissederse öyle yap. Sanmıyorum. Yürek bencildir.
Ancak, tabi ki hayat siyah beyaz değil. Karar verirken hem aklımızı hem de yüreğimizi kullanırız. Yüreğimizin hissini aklımızda değerlendiririz. Ancak kişinin bilinci zayıfsa o zaman sanırım yürek ağır basmış olur. İyi mi bu?
Neyse, ben gittim işte. Bugün bol safsata sundum size. Yazarken yazı tonum bile değişik sanki. Görüşürüz.
HAADEN!
HADEN!
Gönderen Gorgi zaman: Çarşamba, Şubat 10, 2010 0 yorum
07 Şubat 2010
Kumral nasıl bir renk, Kişi? Sen kumral mısın misal?
Saç renklerinde sıkıntım var. Sarışın kolay, renginden belli. Ama kumral? Bir kere kumru ile bir ilgisi olduğunu hiç sanmıyorum. Olsa dahi kumru kuşunun rengini de bilmiyorum.
Hmm, google'dan görsel arattım ve buldum. Bildiğin kahve renginin farklı tonlarıymış.
Bir gizem daha çözülmüş oldu böylece.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bugün, sevgili Kişi, zar zor evden çıktığım gündür. İki haftadır evdeydim. Bacaklarım güçsüz ve sızlaktı, belimse yine ağrıdan kırılıyordu. Ancak haydi denildi ve sürüne sürüne evden çıkıldı. Tabii Ilgın'a dün geceki ziyaretlerinde unuttukları flash belleği verme gayesinin de yardımı olmadı değil.
Hayat, bel hizasından pek farklıydı. Tekerlekli sandalye ile oradan oraya süzülürken insanlar önümden çekildi. Çarptıklarım benden özür diledi. Kapılar bana açıldı. Alakasız insanlar alakasız yerlerde yardım teklif ettiler. Öte yandan bazı yerler benim geçmem için çok dardı. Dar koridorlarda insanlar arkamda sıra oluyorlar, bense utanarak acele ediyordum. Kırılacak bir şeyler olduğu kısımlarda satış elemanları geriliyordu. Çoğu yerde tabi ki vitrinlerin ya da kitaplıkların üst kısımlarına ulaşamıyordum. Ayrıca o tür kalabalık yerlerde tekerlekli sandalyeyi nereye koyacağımı (park edeceğimi diyelim) bilemiyordum.
Sorarsan sevdin mi diye? Hayır, sevmedim. Kim sever ki? Ama tekerlekli sandalye ile basket oynayanları düşünüp takdir ettim. Ve yine de kabul etmek lazım, ancak küçük adımlarla sancı içinde bacakları titreye titreye ancak birisinin yardımıyla yürüyebilen birisi için büyük kolaylık. Yürüme hızından hızlı gidiyorum bir kere.
Bir zamanlar değneklere de yapmayı düşündüğüm gibi, tekerlekli sandalyeye de roket taktırabilirim. O zaman gör beni.
Neysem, kapatalım.
----------------------------------------------------------------------------------------
Bugün de şiir çevirisi aksadı. Heh. Bak söz veriyorum, yarın kesin ilgileneceğim.
Gİttim ben.
HADEN!
Gönderen Gorgi zaman: Pazar, Şubat 07, 2010 0 yorum
05 Şubat 2010
"Writing is easy. You only need to stare at a blank piece of paper until your forehead bleeds."
Demiş Douglas Efendi. Çevirisi şudur: "Yazmak kolay iş. Tek yapmanız gereken boş bir kağıda alnınız kanayana kadar bakmaktır."
Yazmak bela iş gerçekten. Ben de misal şu blogun beyaz yazı kutusuna uzun uzun baktım. Bu sayfayı açalı yaklaşık iki saat oluyor. Ancak iki saatten sonra yazmaya başlayabildim. Neyse ki alnımın kanayacağı noktaya gelmeden yırttım.
Ancak esprili yazarımızın bu sözü söylemesinin arkasında, herkesin yazabileceğini iddia edenlere yapılan bir gönderme olduğunu sanıyorum. Tabi canım, çok kolay iş.
-----------------------------------------------------------------------------------
Merhaba, Kişi!
Uzun bir gündü aslında. Geçmek bilmedi gibi. Hele gece... Ancak şimdi saat 01:28 ve ben çoğu zaman olduğu gibi yazma eylemimi uykum geldiği zamana erteleyerek yazmayı uykuya tercih ediyorum. Ters adamım.
Doğacan demiş bize Facobook'da, Şiir Değirmeni'ne yazı koyun lan! diye. Haklı kızcağız. Bir şiir çevirmek benim için de iyi olur. Keşke çevirmek için ayırdığım yabancı şiirler, ölen dizüstümle birlikte kaybolan veriler cennetine gitmeseydi. Bulurum ben ama yine çevirecek bir şeyler.
Bişey Efendi bu sefer küçük sehpanın altında uyumaya karar verdi. Hiç sağlıklı değil. Ne zaman sehpaya bir şey koysak hayvan korkup uyanıyor. Böylesi tırsak bir hayvan...
Şİmdi yarın güzel bir gün olacağa benziyor. Dİlerim ben de iyi olurum. Olurum di mi lan? Olurum olurum.
Her bireyi şarkı söyleyen bir aileyiz. Evde şarkı söylenmedik gün yok. Ne güzel değil mi? Günfer Hanım zaten zamanının Türk Sanat Musikisi korosunun solo söyleyen billur sesli genç kızıymış. Fikret Bey'in ise piyasaya çıkmamış bir türkü kaseti bile var. Kaset bizde de yok, sormayın.
Ben de güzel şarkı söylerim. Eheh.
-----------------------------------------------------------------------------------------
Daha önce hiç görmediğin o tahta kapıya dokun. Yüzeyini hisset. Sonra konuş, "Lütfen," de. "Lütfen açılır mısın?"
Kapının ardındaki ise bunu duyar ama farkına varmaz. Varsa alınır belki, muhattab alınmadığı için. Ya da güler geçer dışarıdakinin kapıdan beklentisine. Bir kapı hiç kendi kendine açılır mı? Dışarıdakinin beklediği budur. Bu, üzücü bir durumdur.
Kendisini yaşlı sanan balıkların kısacık hafızalarını yaşları hakkındaki endişelerle doldurmaları, sonra unutmaları, sonra yine doldurmaları, unut, doldur, unut, doldur. Balıklar ölür sonunda. Bu, kaybolan akla dair hüzünlü bir durumdur.
Bir tavuğun uçma hayali ile yüksek tepeden atlaması ve gerçeğin taş ve topraktan sertliğinde kafasını dağıtması. Küçük beyni, yaratıcı olmadığı için parçalara ayrıldı. Tavuk, yaratıcı olmadığı için uçamamıştır. Yazık olmuş deriz. Bu, üzücü ama gerçek ve yaygın bir durumdur.
--------------------------------------------------------------------------------------
Argh... Çok uykum geldi. Devam ettiremeyeceğim. Böylelikle bir yazı daha yarım bırakılanlar kervanına katılmış oldu.
Bu makindeki mavidiş (Bluetooth) özelliğini açmasını beceremediğimden bu seferlik fotoğrafı Günlük Esintiler'den araklıyorum. Kıl oldum zaten.
Yatıyorum ben.
HADEN!
Gönderen Gorgi zaman: Cuma, Şubat 05, 2010 0 yorum
03 Şubat 2010
Ancak dengesiz hayvan bugün kanepenin tepesinden düştü, Kişi.
Bişey'i kastediyorum, tahmin edersin ki.
Ne yaparsam yapayım, olmuş olanları değiştiremem. Bu pes etmekse pes etmek de. Kabulleniş getiriyor huzuru. Unutmaktır yine beni kurtaran. Eski taktik.
TersTepki'de de sormuştum. Yetiştirilişin boyunca sana öğretilen inançlar, senin değiştiremediğin içine işlemiş dinin değil midir? Sonradan din değiştirmek ne kadar samimidir? İnançtan vazgeçilebilir mi?
Bence vazgeçilemez. Ancak inancı başka kaynaklara yönlendirebilirsin. Ya da hiç umursamazsın, unutursun inandığını. Fakat unuttuğunda belki çıkıverir en zayıf anında bir yerlerinden ve sen kendinle çelişmiş olursun. Bu, samimiyetsizliktir.
------------------------------------------------------------------------
Bugün fena değildi be. Çok fazla ağrı çekmedim. Ayrıca gün boyu ara ara kız kişi ile muhabbet ettim. Kitabımı okudum. İnternette eğlendim...
Hmm, aslında sıradan bir günmüş. Hay allah...
------------------------------------------------------------------------
Yine Özdemir Asaf'tan.
BİLSEYDİ EĞER
Bir şiir bir geceye değer,
Bir şiir bir uykuya değer,
Bir şiir bir uyanmaya değer,
Bir şiir bir sigaraya değer,
Bir şiir bir rakıya değer,
Bir şiir bir şarkıya değer,
Bir şiir bir türküye değer,
Bir şiir bir ağrıya değer,
Diye-diye..
Meğer.
-Özdemir Asaf
------------------------------------------------------------------------
HADEN!
Gönderen Gorgi zaman: Çarşamba, Şubat 03, 2010 0 yorum
02 Şubat 2010
Küçücük klavyede yazmak güç be, Kişi.
Diyeceksin neden küçük klavye? Çünkü Netbook kullanıyorum. Devam eden merakını gidermek için soracaksın, dizüstüne ne oldu diye. Ekranına çay döktüm diyeceğim. Lipton Yellow Label. İyi demlenmiş. İyi halt ettin diyeceksin, boynumu büküp öylece duracağım. Olabilir böyle kazalar, büyütmemek gerek.
Az evvel ağrı kesicimi aldım. Etkisini bekliyorum. Belim öyle ağrıyor ki, dövüş filmlerinde baş kahramanın, hasmının başını bir kıvırışta boynunu kırması gibi bir anda belimi kıvırıp kırmak istiyorum. Daha önce bahsetmiş olabilirim; bu bel ağrımın, hatun kısmısının adet dönemlerinde çektikleri bel ağrısına benzeyip benzemediğini merak ettim. Bakın, hanımlar, ben sizi anlamaya çalışıyorum.
Bak, Kişi, bel ağrıma rağmen oturup sana yazıyorum.
Semiramis Hocam bana onun dersinde yaptığım çevirileri dergilere göndermemi öğütledi. Bir ara şiirlerimi dergilere göndermiştim ama karşılık alamamıştım. Umutsuz bir vaka olabilirim. Zaten kıçımı kaldırıp yaptıklarımı bir yerlere göndermekte zorlanıyorum, üstüne kabul edilmeyince bayağı cesaret kırıcı oluyor.
Kedilerde son durum. Bugün anne kişi evin bir yerlerinden kedi tarağını buldu, başucuma koydu. Bense ilk fırsatta Bişey Efendi'yi yakalattırıp huzuruma getirttim. Benim müdahalemden hoşnut olmadığı ferinde cinayet niyeti taşıyan gözlerinden belliydi doğrusu. Ancak kedi bu, tarağı hissedince bir anda duruluverdi. Kısa sürdü ama Bişey Efendi bile boyun eğdi. Sonra kendine geldi ki kaçıverdi.
Ancak tahmin ederisiniz ki sıra Fıstık Hanım'a geldiğinde olaylar tam tersi şekilde ceryan etti. Bu hayvanı taramak için benim tarağı kıpırdatmama gerek bile olmadı çünkü hanfendi hiper bir yılışıklıkla tarağa kendisi zaten sürtünüyordu. O kadar istekliydi ki bende onu tarama isteği kalmadı. Bu nedenle Fıstık'ın taranma süresi neredeyse Bişey'inki kadar oldu.
Kediler de olmasa b bloga ne yazacağım, değil mi?
Aşık bir hayalet odaya girip aşığına bakarak kendisiyle oynasa... Rahatsız edici bir hikaye olurdu.
Şu Geralgine-K... Taptığım ağrı kesici. Başka hiçbir ağrı kesici böyle etkilemiyor beni rahatlatamıyor. İLacın ana maddesinin kaynağı her neyse öpmek istiyorum.
Ha... Madem evden çıkamıyorum, bari eve getireyim mantığıyla bazı konularda özel ders almaya karar verdim. Mal gibi oturmaktan iyidir. Fransızca iyi bir başlangıç gibi görünüyor. Hatılarsan iyice kötüleşmemin evvelinde Fransız Kültür Merkezi'nde kursa başlamıştım. Beni tek düşündüren, belirsiz sağlık geleceğim sebebi ile yine tam başlayamadan sekteye uğramasıdır bir şeylerin. Ancak bu sadece bir olasılık. Buna dayanarak beklemek, tarafımca acınası bir durum olarak algılanacaktır.
Sanırım uyumaya çalışma vakti gelmiştir.
HADEN!
Gönderen Gorgi zaman: Salı, Şubat 02, 2010 1 yorum