09 Aralık 2009

Bilgisayarımın ısınan işlemcisi kadar ömrü var bu yazının. Ne kadar daha dayanabilir dersiniz?

------------------------------------------------------------------------

Herkes biraz olsun ister, ben de istiyorum. İstemekle başladı bazı şeyler. İstemek sona erdirdi bir çok şeyi. İstekler istekler. Ben boş bir tabak istemiştim, kolay kırılmayan. Sonra yarısı yazılmış bir kağıt, devam ettirebilmek için. Ha, bir de sessizlik. Bunlar başlangıçtı. Son ise benim beklediğimden daha yakın oldu.

Bana tabağı dolu verdiler, ancak benim karnım toktu. Zorla yememek istedim. Yemedim. Sonra sirke suratlı canlı, yemeği önümden alırken tabak kırıldı. Şimdi tabağı özlüyorum; yiyip boşaltır, ekmekle sıyırır tertemiz bırakırdım...

Kağıt geldiğinde ben kalemim olmadığın fark ettim. Kalem istedim, kalemin gelmesi biraz vakit aldı. Kalem geldiğinde bir baktım kağıt yok. Bir baktım meğer pencere açıkmış; ben o pencereyi özenle unutmuştum halbuki. Pencerenin dönüşü acı verici oldu, şimdi kalemi olan fakat kağıtsız bir kişiyim. Ah, o hikayeyi sevmiştim.

Ve sessizlik. Bana nasıl bir ahmak olduğumu gösterdi. Kapalı kapılar, kalın duvarlar, hiçliğin ortası. O kadar sessizdi ki kendi kalp atışımı duyabiliyordum. Öyle sessizdi ki düşüncelerim gümbür gümbür, çın çın, langur lungur bir gürültü ile dönüyorlardı kafatasımda. Anladım ki benim dışarının seslerine ihtiyacım var; kendi gürültümden ürkmüştüm. Ses istedim, geldi. Tam bir kakafoni: Bin ağızdan çıkan bin cümle. Dillerin şekillendirdiği yanılsamalar. Ve ardından gelen diğer dünyevi ne varsa. Sonuç mu? Kendimi kaybettim. Etki altında kalan beynimdeki düşünceler benim değil. Kendimi kaybettim. Duyamıyorum artık!

Bu bir kazanım ve kaybediş öyküsüydü. Anladınız mı bilmem. Umarım bunları okuyan kişi benim aldığım dersi alır ve aynı hataya düşmez; fakat biliyorum ki bu nafile bir umut. Yine yapacaksın değil mi? Gençlik ya da yaşlılık fark etmiyor, sen de bir ahmaksın.

Hoşçakal.

-------------------------------------------------

Heh, tuhaf oldu.

0 yorum: