03 Ocak 2010

Derme çatma teknelerle açıldığımız göllerde boğulmadan nasıl durabildik? Şimdi okyanusta altımızda şişme botlarla bir yere varabileceğimizi sanıyoruz. Bir yere varma umudumuz var mı ki? Attığımız kürekler, çırptığımız ayaklar ve avuçlarımızla çektiğimiz sular bizi sadece okyanustaki başka bir yere götürüyor. Orası belki daha az fırtınalı olur, belki köpekbalığı olmaz orada; ya da tam tersi. Keşke translatlantik bir gemide birinci sınıf bir kamarada uyuyor olsaydım diyoruz her zaman. Halbuki transatlantik gemiler birer deniz efsanesiydi.

---------------------------------------------------------------------------------------------

Bugün fark ettim, diğer kediden kaçmak için koltuğun altına giren Fıstık Hanım, koltuğun altındaki kumaş kaplamayı yarıp koltuğun içini bir güzel deşip kendine güzel kapalı bir mekân yapmış. Zeki hayvan... Vay şerefsiz...

Yapalı kim bilir ne kadar uzun vakit oldu. Sık sık koltuğun altına girmesine de laf etmedik. Bundan s0nra durduk yere onu cezalandırırsak bunu neden yaptığımızı anlayacağını sanmıyorum.

----------------------------------------------------------------------------------------------

Sevdiklerinin kalabalığın arasında kaybolması bu sanırım. Az evvel müzik arşivinde bir parçaya denk geldim; ne kadar da çok seviyor sık sık dinliyordum. Ne ara kim bilir bir anda dinlemeyi bıraktım ve unuttum. Şimdi kendisini görünce sevindim. İnsan bazen neyi gerçekten sevdiğini unutuyor. Çok acı bir gerçek bu. Ama sanırım sevecek yeni şeyler bulmak için şart.

Paolo Nutini - Candy, bu arada parçanın ismi.

"You're my diamond in the rough."

Aynı şekilde bir de Three Wishes (The Pierces) yine bugün karşılaştığım eski dostlardan.

----------------------------------------------------------------------------------------------

HADEN!

----------------------------------------------------------------------------------------------

0 yorum: