29 Ocak 2010

Göze hoş gelenlerle dolu bakmayı bilmediğin yerler, Kişi.

Artık beni pek çağırmaz oldun, neden öyle? Diyecek pek bir şeyim olmadığını bildiğinden belki de. Ara ara kendimi zorluyorum eh Mete bari kelimeler üstündeki gücünü yitirme diye, söylecek bir şeyler bul her zaman. Diline felç inmedi ya? Parmakların da en az eskisi kadar güçlü; hatta yumruklarını sıkmaktan ötürü eskisinden de kuvvetli.

------------------------------------------------

İçinde kedi nanesi olan küçük bir oyuncak almış anne kişi, kedi için. Fıstık Hanım'ın bir nebze olsun ilgisini çekmedi oyuncak; hanfendi sanırım hayatı boyunca keyif verici maddelerden payını yeterince aldı, artık oralı bile değil.


Öte yandan Bişey Efendi delirdi. Hayvan oyuncağı patileye patileye, düşe kalka, yuvarlana yuvarlana tüm evi dolaştı. Bir ara baktım öylesine delirmişti ki oyuncağa dokunmayı bırakıp sadece oyuncağa bakarak halının kenarını kemiriyordu. En sonunda bitkin düşmüş olacak, oyuncağa baka baka yığılıverdi olduğu yere. Bunları yaparken bir yığın tüy döktü... Bu hayvanı tarasak her gün, herhalde bir iki ayda bir koca bir yastık içini dolduracak kadar tüy elde etmiş oluruz. Heh... kedi tüyü yastık.

------------------------------------------------

Bana hayatımın nasıl gittiğini soran bihaber eski tanıdıklara ne diyeceğimi bilemiyorum doğrusu. İyiyim deyip geçmek gerek sanırım. Ancak yine de her seferinde kendimi işin aslını astarını söylerken buluyorum. Burada psikolojik bir saptamada bulunurdum ama sanırım kendimi fazla ifşa etmek olur bu.

Artık yeni bir arabam var! Tek koltuklu, insan gücüyle yürüyor. Heh heh heh...

------------------------------------------------

"Siyasete ilgi duymayan aydınları bekleyen korkunç sonuç, cahiller tarafından yönetilmektir."
demiş ARİSTO. Haklı aslında. Göt herif... Bir önceki yazımı hatırlarsın, tepkili olan. Eh, bu sözü bana uygulayınız.

-------------------------------------------------

KALDIM
Seni düşlerime aldım,
uykusuz kaldım.
Seni uykularıma aldım,
düşsüz kaldım.
Başıma aldım, sensiz;
gönlüme aldım, başsız,
sensiz, yollarda pulsuz,
pullarda mektupsuz kaldım.
Sana adlar aradım,
ardında adsız kaldım...
-ÖZDEMİR ASAF

--------------------------------------------------------

Ne beklersin ki benden başka? Öfkeme layık insanlar arıyorum.

HADEN!

26 Ocak 2010

Bu sabah bir tesadüf önümde duran gazeteye bir göz attım. Hemen birinci sayfada "CHP hükümeti bir sivil diktatörlüktü." manşetli bir kısım dikkatimi çekti. AKP'nin iddiası. Düşündüm sonra, yahu 8 sene önceki hükümete bok atıyorlar. Hâlâ o kadar ilgilenilmesi gereken konu varken muhalefetle karşılıklı çocuk kavgaları ediyorlar.

Öyle bir şey işte. Ondan başka 43 gündür tekel işçilerinin grev yaptığını öğrendim. Başka da bir şey kalmamış aklımda. Ben zaten ülke içi olaylara karşı ilgisiz birisiydim, bir de şu amelyatlar sonrası iyice kendime dönünce kapı dışındaki her şeyden bihaber hale geldim. Pişman mıyım? Eh, belki biraz başka şeylerle ilgilenmekte fayda olabilir... Gerçi yine de siyaseti takip etmem. Siyasetten hiç hazzetmiyorum.

-----------------------------

Heh, üç gündür dondurma yiyorum akşamları. Pek keyifli... Karadut ve ceviz favorimdir.

Terstepkiye birkaç soru atıp cevap yazdım. Uzun süredir bakmadığımı fark ettim. Bilmiyorum, orasının bir şekilde merakımı cezbetmesi gerek. Belki birkaç iyi soru? Ama bu benim elimde olan bir şey değil sonuçta.

Ne hoş olurdu biliyor musun? Dans etmek. Öte yandan unutmuş olmam çok muhtemeldir.

Bu arada belirmem gerek, bundan böyle hikaye kitaplarına başlamadan evvel bir daha düşüneceğim. Bir hikayeyi bitirdikten sonra ötekine başlayana kadar günler, belki bir iki hafta geçiriyorum. Bir kere rafa koyduğumda da bir daha ellemeyeceğimi bildiğimden başladığım kitabı bitirmeden rafa kaldırmak istemiyorum. Öyle öyle aynı kitapla aylar geçiriyorum bazen. Çok yazık.

El masajı kadar harika pek az şey var... Ellerimin efendisi olan benim de efendimdir! (Büyük konuştum, biliyorum.)

Eheh, şu fotoya bakınız. Aslında bunu Ilgın'a göstermek için saklıyordum. Sonra dedim neden blogda paylaşmıyorsun. Stumble Upon ile rastgele dolaşırken rast geldim. Harika bir benzerlik değil mi? Bir de afişteki dedeye benzer birini bulabilselermiş tam olurmuş.

Bu arada Up filmi izlenesiydi. İzlemeyenlere tavsiye ederim. Özellikle filmin başlangıcı harika.

----------------------------

Birkaç tahtamı daha yitirmek üzereyim sanırım...

Hmm, klavyedeki shift tuşuna (şu en soldaki, üstünde yukarı ok resmi olan tuş) ard arda hızlı hızlı bastığında windows sana yapışkan tuşları aktifleştirmek isteyip istemediğini soruyor. Bunu soran Windows 7 ve hatırladığım kadarıyla bu benim kullandığım her Windows'da vardı. Şimdi soruyorum. BU ÖZELLİĞİ KULLANAN VAR MI?! Çok mu popüler bu özellik ki bunca senedir varlığını sürdürüp benim seğirip duran sol serçe parmağım tarafından harekete geçirilip duruyor? Bıktım aynı soruya hayır cevabı vermekten.

Ayrıca Microsoft Office programlarına kılım, hazır başlamışken belirteyim dedim.

------------------------------------------------

Yeter bu kadar.

HADEN.

19 Ocak 2010


Bir şeyleri değiştirmek adına fark edilmeyi beklemek var ki.

Dört mevsim tek ağacın dalında ötüp duran kuş. Kış vakti ölüp ölüp ilkbaharın ilk ışıklarında diriliyor kuş.

Kemikten kanatlar uçmaya uygun değil. Ağaçta yetişen meyve midesini bozuyor.

Photo by pauroo @ DeviantArt

18 Ocak 2010

Şu günlerle ne yapacağımı bilemedim, Kişi.

Bir kere gelip de gitmek bilmeyen misafirler gibi... şey, gelip de gitmek bilmiyorlar.

Saat öğlen 12'yi zar zor bulmasın diye geç kalkmaya çalışıyorum. Sonra saati akşam 6 etmek için bir nevi çırpınıyorum. Akşamın geri kalanı ise saat 12 olsun diye ağrılar içinde delirerek geçiyor.

Zaman, üstümdeki kozunu anladı; geçmeyerek benimle oyun oynuyor.

Hele ki dikkatimi benden ve geçen saatten alan şeylerden bir teki bile eksik olmaya görsün! Misal, Ilgın! Bazen hanfendiye bağımlı olduğumu düşünüyorum. Adil değil böylesi bir bağımlılık. Kimseye olan bağımlılığım kimse için adil değil.

Neyse, konuyu değiştirelim.

------------------------------------------------------------------------------------------

"Bir kişiyle bile konuşulamaz şeylerle
Doluyken bardak
Saplandığın derinden çıkma söz!
(Çıksan ne olacak?)"

-Behçet Necatigil

------------------------------------------------------------------------------------------

Neysem, bir şey gelmedi aklıma.

HADEN

09 Ocak 2010

Kapalı televizyon hiç açılmadı ki
Ben seyrediyorum;
Siyah aynadaki belli belirsiz
Tanıdık insan bakışlarını.

İçimde yazılası bir şey var. Ama bilmiyorum nedir o. Parmaklarımı salsam gitseler, çıkartabilir miyim dersin, Kişi?

---------------------------------------------------------------------------------------------

Bir de gocunma hissi. Ondan eminim. Neye gocunma dersen, şudur diye parmağımla gösteremem ki. Hem parmakla göstermek hoş değildir. Hoşuma da gitmez hani. Kendi bulsun karşıdaki isterim, ipuçlarımı takip etsin, aklını çalıştırsın, ben leb dediğimde o leblebi anlasın, ben ne düşündüğümün farkına yeni varmışken o çoktan bilmiş olsun. Hem parmakla göstermek çocukların yapacağı bir şeydir. Ben geçmedim mi o hallerimi? Çocuk olsaydım herhalde eğlenebiliyor, şen şen dolaşıyor olurdum. Yapamıyorum ya. Kırbaçlıyor zaten bir fırsat yapabildiğim olsa. Tadım kaçıyor.

Armut piş ağzıma düş desen, kolay mı öyle desen, kim ya da ne seni anlar ya da anlamak ister, sen anladın mı anlayabildin mi desen; sus artık derim. Neyedir gocunman desen yine, şudur derim bu sefer ama tek parmağım kalkmaz, onbeş tanesi kalkar ve gökyüzüne dönüktür son anlık bir kararsızlıkla yaptığım hamleden ötürü. Ama birisi kırılır o an, ses benden gelir ama; parmak bana dönüktür. Tüh derim, yakayı ele verdim sanırım.

Yeter derim, aldırma. Yürü, Mete; Yenibaştan!

--------------------------------------------------------------------------------------------

Sabah vakti, Günfer Hanım'ın örttüğü ama kapatmadığı yatak odamın kapısı güçlü bir şekilde itilerek açıldı. Güçlü bir şekilde diyorum çünkü kapı duvara tak diye çarptı, ki zaten beni uyandıran da o sesti. Ben ne oluyor falan diye şaşkınlıkla kapıya bakarken ne olduğunu, laminatların üstünde çit çit çit diye çitleyen pati seslerinden çıkardım. Zaten birkaç saniye içinde hop diye yatağa tırmanan bir ağırlık ve ayağıma konan bir kedi kafası ile Fıstık Hanım'ın güzellik uykusuna benim yanımda devam etmeye karar vermiş olduğunu anladım. İyi de, bari kapıyı çarpmasaydınız Fıstık Hanım.

--------------------------------------------------------------------------------------------

Rüyamda yine yüksek binalar arasındaydım, her yer ıssızdı ve birileri beni izlediklerini fısıldıyordu. Yalan.

--------------------------------------------------------------------------------------------

Uzunca bir süre koruyucu bir meleğimin olduğuna inanıyordum. Bu inancımın sebebi ise pek çok kere birçok kazayı ve ölümcül hatayı kıl paylarıyla atlatıyor olmamdı. Bir dönem bana hiçbir şey olmayacağını, hep bir şekilde sıyrılacağımı bile düşünüyordum. Şimdi desem münasip bir yerimle gülerim.

Ya da belki gerçekten öyledir de o melek biyolojik konularda beceriksizdir.

---------------------------------------------------------------------------------------------

İçimdekini atabildiğimi sanmıyorum. O huzursuzuk hâlâ varlığını sürdürüyor.

En iyisi gitmek.

HADEN!

06 Ocak 2010

Sıfırdan tekrar edilen başlangıçlar ancak filmlerin, ardından ne olduğunun bize söylenmediği sonlarında olur, Kişi.

Nasıl kendini ve yaşadıklarını hiç olmamış gibi içinden söküp atabilesin ki? Reddedişle olmaz bu. Bence bu sıfırdan başlangıca en yakın sayılabilecek reformlar, ancak kişinin tüm yaşadıklarını, yaptıklarını, geçmişindeki insanları ve en önemlisi kendisini affetmesiyle mümkün. Böylelikle geçmişi geçmişte bırakıp ilerlemeye devam edebilir.

Bugün birisi beni erkekler tuvaletinin kapısından çevirdi, kadınlar tuvaleti şu tarafta bacım diye. Anında cinlerim tepeme çıktı.

Olur öyle hatalar, arkadan anlamamıştır, gözü miyoptur falan... İyi de arkadaşım diyelim ki kadınım ve yanlış yere gidiyorum; yahu sana mı düştü benim namusum gittiğim yerin doğru yer olup olmadığı? Ne nane molla insanlarımız var. Cidden bu ülkede kadın olmak çok zor.

Ha, bu arada bu kadar kızmamı yanlış anlamayasın. Kadınlarla alıp veremediğim yok ki onlardan biri sanılmaktan gocunayım. Benimkisi ortaokuldan ve saçımın uzun olduğu dönemlerden kalma bir tepki. Hele orta okulda, olduğumdan başka bir cinsiyet sanılmak pek koyuyordu. Üniversiteyi bitirmiş, ölümden dönmüş bir kişi olarak hâlâ böyle bir olay karşısında celallenmem bu konuda bir şeyleri, birilerini ya da kendimi tam olarak affedemediğim anlamına geliyor; eğer ki yukarıdaki iddiamı doğru sayarsak.

Tamam, çok ciddi yazdım. Yeter bu kadar.

-----------------------------------------------------------------------------------------

Şu sıralar tekrar Sandman okumaya başladım. Güzel seri be. En son Rüya Lordu, Morpheous, Cehennemden çıkıyordu. Lucifer Sabahyıldızı ona milyonlarca iblisle çevrilmiş olarak dikilkleri o tepede onu öylece bırakacaklarını mı sandığını soruyordu. Rüya Lordu'nun ve rüyalarının Cehennemde hiçbir gücü yoktu nasıl olsa... Derken Morpheous Lucifer'a cevabını verdi soğukkanlılıkla "Evet, ben burada güçsüz olabilir. Ancak rüyalar? Rüyaların burada gücü olmadığını söyleyemezsin." ve tüm iblislerin duyabileceği bir sesle dudaklarından şu kelimeler döküldü:

"Eğer buradaki tüm iblisler bir gün Cennete kavuşacaklarının hayaliyle dolu olmasalar, Cehennemin bir gücü kalır mıydı?"

Ve o yavaş yavaş Cehennemin çıkışına doğru yürürken tüm iblis ordusu onun önünden bir bir çekildi.

Bu kadar.

HADEN!

05 Ocak 2010

Alev yudumları susuzluğuma,
bardakta durmuyor
kaplar eriyor
avuçlarım yanıyor;
ellerim nerede!?...

yiten ışığı telafi etmeye çalışırken kül oldum.


Art by flame2fire @DeviantArt

03 Ocak 2010

Derme çatma teknelerle açıldığımız göllerde boğulmadan nasıl durabildik? Şimdi okyanusta altımızda şişme botlarla bir yere varabileceğimizi sanıyoruz. Bir yere varma umudumuz var mı ki? Attığımız kürekler, çırptığımız ayaklar ve avuçlarımızla çektiğimiz sular bizi sadece okyanustaki başka bir yere götürüyor. Orası belki daha az fırtınalı olur, belki köpekbalığı olmaz orada; ya da tam tersi. Keşke translatlantik bir gemide birinci sınıf bir kamarada uyuyor olsaydım diyoruz her zaman. Halbuki transatlantik gemiler birer deniz efsanesiydi.

---------------------------------------------------------------------------------------------

Bugün fark ettim, diğer kediden kaçmak için koltuğun altına giren Fıstık Hanım, koltuğun altındaki kumaş kaplamayı yarıp koltuğun içini bir güzel deşip kendine güzel kapalı bir mekân yapmış. Zeki hayvan... Vay şerefsiz...

Yapalı kim bilir ne kadar uzun vakit oldu. Sık sık koltuğun altına girmesine de laf etmedik. Bundan s0nra durduk yere onu cezalandırırsak bunu neden yaptığımızı anlayacağını sanmıyorum.

----------------------------------------------------------------------------------------------

Sevdiklerinin kalabalığın arasında kaybolması bu sanırım. Az evvel müzik arşivinde bir parçaya denk geldim; ne kadar da çok seviyor sık sık dinliyordum. Ne ara kim bilir bir anda dinlemeyi bıraktım ve unuttum. Şimdi kendisini görünce sevindim. İnsan bazen neyi gerçekten sevdiğini unutuyor. Çok acı bir gerçek bu. Ama sanırım sevecek yeni şeyler bulmak için şart.

Paolo Nutini - Candy, bu arada parçanın ismi.

"You're my diamond in the rough."

Aynı şekilde bir de Three Wishes (The Pierces) yine bugün karşılaştığım eski dostlardan.

----------------------------------------------------------------------------------------------

HADEN!

----------------------------------------------------------------------------------------------