22 Ekim 2009

Ne zaman gittin, Kişi? Görmedim seni.

Uçaktan atlarken unuttum sanırım. Galiba özledim.

Bu sözler sana asıllarını anımsatır mı bilmem. Asılları daha güzel ama. Dinleyesim geldi bak o parçayı.

---------------------

"Gerzek misin sen? Neden gülümsüyorsun?"

Yüzü düştü karşıdakinin, bir çatlama sesi geli. Yere baktık beraber, kırılmıştı.

Başımı kaldırdım, o kaldırmadı. Kafasının üstünü görüyorum. Hâlâ yerdeki kırıklara bakıyor. Kaldırsa ya başını, baksa ya bana, görsem ya aslını!

Yavaş yavaş kalkan baş, bir ömrün gözler önünden geçmesi gibi ağırdı. Çok ağırdı. Ağır bir görüntü bu. Hevesle bekledim.

Gerilmiş dudaklar, kasılmış elmacık kasları, uzanıp kulaklara tutunmuş maymun gibi sallanan bir ağız. Kurukafa gibi sırıtıyordu.

"Bende bunlardan çok var." dedi.

Altedilmiştim. Korkuyorum.

-----------------------------------------

Biri küçük not defterimi okumak istedi. Önce neden olmasın diye düşündüm. Yazılanlar elbet okunacaktır. Üstelik not defterinde utandığım bir fikir yok. Utandığım bir fikrim yok. Öte yandan benim yazdıklarımdan ona ne? Yazdıklarımı başkalarına gösterirken en çok karşılaştığım şey, yazdıklarımdan yola çıkarak beni ya da anlatmaya çalıştığım şeyi çok iyi anladıklarını düşünmeleridir insanların. Değil ancak. Bu, imkânsız bir şeydir.

Sen, ancak bana anlam yükleyebilirsin. Peki ben o anlamdan ne kadar sorumluyum? Benim birazcık da olsa o anlamı yaşatma yükümlülüğüm var mı? Kendi üstüme yapıştırılan anlamlar üzerinde bir kontrolüm yok, ancak bana bildirilen kadarını kabul etme ya da etmeme hakkına sahip miyim değil miyim?

Soru sormak en iyi yaptığım şeylerden birisi sanırım. Şayet bu soruların her birine günün ve gecenin değişik zamanlarında farklı yanıtlar vereceğimi biliyorum. Kâh egoist bir yapı ile savunmacı bir tavır takınırım, kâh özverili bir şekilde ılımlılığın dibine vururum. Çelişkilerin insanıyım, ancak bunların her birini sana yansıtmadığım için beni yadırgamamalısın. Yadırgadığını da sanmıyorum gerçi, sen tanımadığım kadarıyla hoş birisisin. Tanımadığım kısmını hoşlukla doldurmak ise benim insiyatifim ve insan severliğimdir. Al sana ılımlılık.

Öte yandan, hayatım boyu (22 sene, çeyrekten biraz fazla bir ömür) karşılaştığım insanların genelde ya iyi niyetli ya da tuhaf insanlar olmalarından ötürü olsa gerek, ben herkesi ilk seferinde iyi bilirim. Bunun çok sıkıntısını çekmeye başladım. Bu iyi bilme işini, aktiflikten pasifliğe çekip ilk izlenimlerde yapay da olsa güvenmez bir tavır takınmakta aslında fayda var.

------------------------------------

Hastanede bir adam. Sedyeye uzanmış, boyazına kadar beyaz bir çarşafla örtülü. Ben oraya vardığımda bir hastabakıcı getirip, büfenin yanında duvarın dibine bırakmıştı. Ben yaklaşık yedi saat kadar hastanede bekledim. O adam yedi saat boyu oradaydı. Kimse ile konuşmadı. Tavana baktı, uyudu, kıpırdamadı. İşkence resmen.

Bir ara neredeyse gidip bir muhabbet başlatacaktım. Ancak sonra kendimi tuttum. Neden tuttum kendimi? Belki de adam için çok iyi bir şey olacaktı. Şimdi pişmanım. Unutamadım adamın halini. Bir daha öyle birisi görürsem, gidip konuşacağım. Hastanelerde tanıştığın insanlardan genelde iç açıcı hikayeler duymuyorsun gerçi... Adam çok dertli çıkar, anlatır da anlatır, ben bunalır ancak nezaketen kaçamam falan. Gerçekçi olmak gerekirse, içimde bu durumdan usanacak bir Mete mevcut. Çelişkili duygular içindeyim bu konuda, gördüğün gibi.

-------------------------------------------

Yine fazla yazdım sanırım.

HADEN!

0 yorum: