11 Ekim 2009

Adam geldi bana yine Türkiye'yi motorla gezmekten bahsetti.

Bu sefer gerçekten düşündüm. Acımın, ağrımın kaynağından kurtulayım; yine kendi ayaklarımın üstünde durup güçleneyim. İşte o zaman eğer hâlâ gönüllü olursa o adamla bu deliliği yapacağım. Yazdıklarım ise buraya yansıyacak. Yaşadıklarımı yazacağım. Ve düşüneceğim, şu dikkatimi dağıtan etmenler gittiğinde oturup etraflıca düşüneceğim. Elbet aklımın esnekliği geri gelir zamanla. Kaybettiğim kasları geri kazanırım.

Kaç sefer oldu buraya yazmaya niyetlendim; ancak yazarken yine kendime çok acıdığımı ve elle tutulur bir düşünceden yoksun sadece serzenişlerden ibaret şeyler yazdığımı fark edince vazgeçmiştim.

Hmm, bu arada hep merak etmişimdir. Şu windows media playerın shuffle modu hangi prensibe göre çalışıyor. Çünkü atlamama rağmen kaçtır inatla aynı parçalara dönüyor shuffle modu. Belki de programı her başlatışımda çalmak üzere sabit bir gelişigüzel liste yapıyor.

Derken bir otoriteden öğrendiğime göre iş tamamen programı yazan kişiye kalmış. Genelde algoritmik bir işlemmiş. Matematik!

Ben ermiş olayım lan bu kadar çektikten sonra. Bazen lanet ediyorum da, ancak sonra belki de gelecekteki ben olabilmem için gerekli bunlar diye avunuyorum. Zoraki fedakârlıklar. En azından dengesizliklerim için sağlam bahanelerim oluyor. Küçükken öyleydi. Bir tuhaflık, bir duygusal dengesizliğim olunca hep geçirdiğim hastalığı bahane gösterirlerdi. Hep o hastalık, hep o hastalık. Yaptıklarımın ağırlığını taşımayan birisiydim. Ne sorumsuzluğumun, ne de başka türlü şımarıklıklarımın.

Saat 01:04, yatmak istiyorum ancak istemiyorum da. Artık beklememe gerek yok, ancak yarın nasıl olacağımdan korkuyorum. Dileğim, yarını gamsız ve nispeten ağrısız, en önemlisi herhangi bir uyuşma olmadan atlatmam. Bunun bedeli uykusuzluksa, uykusuzlık olsun. Gördüğün üzere, tuhaf inançlar geliştirmeye başladım. Bir de batıl inançlar nereden çıkar diye sorarlar.

İstedikleri kadar rahat koltuklar getirsinler, hiçbir şey şu bağdaş kurmanın yerini tutmuyor ya.

Bugün gidip bir yığın tükenmez kalem alıp evin, arabanın, çantanın muhtelif yerlerine koydum. Hadi bakalım, şimdi kolaysa kalemsiz kalayım!

Saçı sakalı birbirine karışmış bir adam bana yeğenim dedi ve kendisinin bizim bir aile dostumuz olduğunu söyleyip durdu. Eğlenerek izledim adamı. Ara ara anlayamayacağı derecede alaycı cevaplar verdim, biraz göt ettim zavallı adamı. Cahil kişi, fark ettiyse dahi bulunduğumuz yer babamın sahibi olduğu iş mekânı olduğundan cevap vermedi. Tasmasını saldığımda hiper derecede bir egom var. Bazen mütevazılığımın sahte olduğunu düşünüyorum; ancak aslolan eylemdir değil mi? Hem böylesi yoğun bir kendini üstün görme hissinin bir yanılsama olduğunu biliyorum. Çok tatlı, sıcak, güven verici bir yanılsama; ancak yine de bir yanılsama. Ancak, doğrusu altıma verdikleri araba, elimin altındaki olanaklar, cüzdanımın şişkinliği ve çevremde benim kadar okumuş ancak sayılı insanın olması bu egoyu bastırmamda pek yardımcı olmuyor. Biri beni göt ettiğinde hoşuma gidiyor o yüzden; diyorum ki "Aha, al işte, oh olsun!"

Sanırım iş yerine bu kadar sık gitmemeliyim. Çirkin bir yüzüm ortaya çıkıyor.

Bu arada, artık amelyat olmaktan kaçınmayacağım. Hatta ilk fırsatta olmak istiyorum diyebilirim.

Günlük yazmaya ara vereceğim. Tüm yazı motivasyonum oraya gidiyormuş gibi geliyor. İnsanın içinde birikmesi lazım bir şeylerin ki sonunda şişip yoğun bir şekilde ifade edilmek istesinler de ben edebi bir şeyler yazayım. Psikolojik olarak rahatız olmam lazım, bir diğer değişle. Ha, en son ihtiyacım olan psikolojik rahatsızlık belki, lâkin ben bu yazısızlıktan rahatsız oluyorum artık.

Neyse işte, gideyim artık. Haden.

0 yorum: