12 Eylül 2009

"Bu saç da nerden çıktı?"

dedim günün ilk cümlesi olarak, lavaboya bakarken. Uzun, açık kahverengi bir saç. Akan su ile giderde kayboluşunu izledim. Sonra bunun ilk cümlem olduğunu fark ettim. Gün içinde kurduğunuz ilk cümlenin farkına her zaman varamazsınız.

Dün geceyi düşündürdü bana. Anlık verilen kararların getirdikleri her zaman iyi anılar olmuştur. Bu altın sikkeyi de sandığımdaki diğerlerinin yanına koydum diyelim. Hatırlanası zamanlar. Ölüm anındaki uzun metrajlı filmimin sıkıcı olmaması için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Koca bir ömrü izlerken uyuyakalırsam kendime ayıp olur.

İkilemde olmak, ikilemin sana harcattığı vakit ve kaçan fırsatlar. İşte, düşünmeden verilen kararların güzelliği tamamen sizin olmasıdır. Kişiliğinizin farklı taraflarının çatışmasına mahal vermemiş oluyorsun. Bilinçaltından ortaya atılan fikri sorgusuz sualsiz kabul etmek bir nevi gerçek kişiliğinizin yansıması değil midir? Yine de korku önemli bir etken. Bir zamanlar buna dair bir roman okumuştum. Romanın bir bölümünde, korkaklığın insanı hayatta tutan şey olduğunu savunuyordu karakter, cesur olana tepeden bakarak. Haklılığı tartışılır. Duruma göre değişir aslında, her şey gibi.

Film dedim de, Inglorious Basterds isimli film cidden ona yetişmek için arabayla yapılan hıza ve ayrılan 3 saate fazlasıyla değdi. Elbet tek başıma izleseydim bu kadar zevk alamazdım. Filmin iyi sahnelerine yanımda oturan kişinin verdiği tepkilerin, benim verdiğim tepkileri gaza getirdiğini fark etmek ilginçti. Edilgen olmak hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı.

Hız demiştim bir de, abartıyorum şu son zamanlar. Normalde gideceğim yere ne zaman varacağımı iyi hesaplarım, ona göre çıkarım. Fakat ola ki planladığımdan geç çıkayım ya da yoldan sıkılayım ya da gece vakti uyku bastırmadan menzilime bir an önce varmak isteyeyim, gazı köklüyorum.

Ben fena bir sürücü değilim, yapamacağım şeyleri yapmam, büyük risklere girmem. Fakat hız yapmayı severim, motorun sesi bir zamanlar metal müziğin bende uyandırdıklarını hissettirir. Altımdaki araç da bu hızları, o virajları ve benim kullanım alışkanlıklarımı kaldırabiliyor.

Fakat ya bir lastik patlarsa? Hım, en azından heyecanlı olur. Ancak bunun korkusuyla yaşayacak değilim.

Ne diyecektim ben sana, Kişi? Aklımda bir fikirle başlamıştım bu yazıya halbuki.

Babamın gençliğinden bir fotoğrafı gördüm az evvel. Hacettepe Üniversitesi'nin merkez amfisinde (o zamanlar Yıldız Amfi derlermiş) diğerleri fotoya poz verirken benimkisi oturmuş gülümseyerek bir şeyler yazıyor. Çok tuhaf ya, babamı ben hep yaşlı biliyorum. Şimdi bakınca, dikkatimi üstünde toplayamıyorum onun. Fikrey Bey'i bir kişi olarak düşünemiyorum. Hayatlarının eski zamanlarına dair bu fotoğraf gibi kanıtları görünce, o kişinin sadece benim babam olmaktan ibaret olmadığını, bir geçmişi olan bir kişi olduğunun ayırdına varıyorum az biraz. Malesef bu geçici oluyor.

Harbi, ben neyden bahsedecektim?

Tıpır tıpır yağan yağmur iyi geldi. Islanmak güzeldi. Bu havada evde olmak pasif bir hoşnutluk veriyor olsa da bana, yağmurdan kaçar vaziyet dışarıda olduğum zamanlar aldığım zevki hatırlamadan edemiyorum. Bir an, keşke bu havaya dışarda, sokakta yakalansaydım diye düşünmedim değil. Gece vakti, ıslanan kaldırım taşlarından sokak lambalarının ışıkları yansıyacak.

"Hoşgeldin bebek!
Sana ilk ben söylemek istedim:
Öleceksin!"

desem doğan bebeğe ilk olarak. Çok acımasız belki fakat doğru olurdu. Annesi ağzıma sıçardı herhalde.

Ben hatırlayamadım gitti şu diyeceğimi. Yapacak bir şey yok, başka girdiye artık.

Haden, gittim ben.

0 yorum: