21 Ağustos 2009

Kişi, bu 140. girdiymiş. Yüzüncünün üstüne 40 tane yazmışım bile. 100'e gelmemin birkaç sene aldığını düşünürsek, son zamanlarda oldukça çok yazdığımı söyleyebiliriz sanırım. Yüzüncüyü yazdığım zamanlar, üzücü zamanlardı. Geçen vakit hem çok uzun geliyor hem de aslında çok kısa olduğunu biliyorum. Buradan 100. girdiye ve temsil ettiği zamanlara, olaya, ve kişiye saygı ve iyi dileklerimi gönderiyorum.

Az evvel hoş bir haber aldım Ilgın'dan. Çevirileri Ç.N. dergisinde çıkmış. Gurur duydum yav, çok da sevindim. Bunu okuyan insanlar, alın o dergiyi, görün çeviri nasıl olurmuş. Dürüst olmak gerekirse, onun çevirilerinin dergide çıkmasından cesaret buldum. Neden, bana şu an bile pek uzak bir ihtimal gibi geliyor yazdığım bir şeyin ya da yaptığım bir çevirinin bir yerde yayımlanması. Belki şiirlerimi burada yayınlamak yerine bir yerlere göndermeyi denemeliyim, ne dersin?

Kişi, çok iyi olduğumu söylemeyeceğim sana; fakat mutlu olmaya çalışmaktan vazgeçecek değilim. Gündüzü de karartmamalı, gece zaten yeterince karanlıkken.

Şunu söylemeliyim ki, sen dizginleri eline almadığında, atlarını senden başkaları kontrol etmeye yelteniyor. Bunu kötü niyetle yapmadıklarını biliyorum, etrafımda kötü niyetli insanlar yok, fakat bu bana, seçimlerime ve hayatıma saygısızlıktır. Bunu kaldıramam. Kimseden sıkıntılarımı ve kişisel çelişkilerimi çözümlemesini istemiyorum.

Çözüm demişken, yukarıdaki cümleleri kuran ben, kendimi bir başkasının sıkıntılarını gidermek için çözüm arayışına girmiş halde buldum. Tabi ki, sıkıntıyı giderecek bir fikir bulamadım ve çaresizlikten içim düğüm düğüm oldu. Sonra, kızdım kendime: Ben zaten, kişinin içine işlemiş sıkıntıların hiçbir zaman bir başkasının sarf ettiği sözler ve yaptıklarıyla geçmeyeceğini çok önceden öğrenmemiş miydim? Bu bir tür kişisel aydınlanma ya da öz-değişim meselesi. Ya da bunlarla yaşamayı öğrenme. Derken kendimi bu meyvesiz uğraştan azad ettim. Gerçi, ilerde yine bir gaflet anında aynı uğraşa tutlacağımdan şüpheleniyorum. Neyse, o zaman yine düşünürüm bunları.

Şu sıralar boya ve fırçalarımı tekrar ortaya çıkarmayı planlıyorum. Önce küçük bir tuval üstünde çalışmalıyım, resim yapmayalı bayağı oluyor. Aklımda bir imge var, fakat yansıtabileceğimden emin değilim. Ama yaparsam çok güzel olacağını biliyorum.

Aynı şekilde, yarım bıraktığım bir iş var. Kağıt hamurundan şekillendirdiğim bir ağaç. Yaparken pek bir karamsardım, renklendirirken de öyle, ki ağaç pek bir kuru ve köklerinin rengi kan kırmızısına kaçıyor. Onu bitireceğim bir ara. Daha sonra aklımda yine kağıt hamurundan yapmalık bir şey geçiyor. Daha önce yaptığım yaprak çalışmasına benzer bir şey, fakat bu sefer kullanacağım yaprağın kendi rengi kırmızı olacak. Santa Cruz adasından aşırdığım bir Atatürk çiçeği yaprağı var, kıpkırmızı. Gerçi, bana teknik bir sorun çıkartabilir... Bakacağım artık.

Aklıma bir kısa hikaye fikri geldi. Oldukça kısa olacak ve okuyan bir şey anlamayabilir. Fakat sadece yazmış olmak için bile yazabilirim. Biliyorsun, kendi başımın etini yiyip duruyorum bir şeyler yapmadıkça.

Geçen güzel zamanlara kaldırıyorum soda bardağımı. Umarım yanımdakiler de bu hoşnutluğumu tatmışlardır.

Haden.

0 yorum: