27 Ağustos 2009

Bu ne eziyettir ya, Kişi, sırtım tutuldu. Her nefes bir işkence.

Bir sofraya misafir oldum arkadaşımın evinde. Çocukluğumda sık sık o evde yemek yerdim. Yer sofrası kurulur, oturulur, ortadaki yemeklerden kaşık kaşık yenirdi. Ümmü teyzenin yaptığı yemeklerin tadı anneminkilerden başkaydı, yine lezzetliydi. Sonra fark ettim, yıllar sonra ilk defa oturuyordum aynı sofraya. Garip hissettim.

Bowling oynamaya gittim tek başıma. Ayağımdaki eksiklikten dolayı pek rahat oynayamadım ama yine de güzeldi. Kendime verdiğim bir sözü yerine getirmenin huzuruydu belki de bu. Ardından biraz tuhaf hissettim. Düşündüm; eski alışkanlıkları neden bırakır ki insan? Eğlendiğin, zevk aldığın şeyleri bırakmak bir nevi kendine ihanet. Kendi kendine neden çelme takarsın e be çocuk?!

Sanırım sorun artık kendi kendime iyi bir oyun arkadaşı olmamam. Oyun arkadaşı, evet. Sen bir yaştan sonra oyun oynamayı bırakman gerektiğini mi düşünüyorsun yoksa?

Feribotta artık çaydan başka taze sıkılmış portakal suyu da vermeye başlamışlar. Bıyıklı amcanın portakal suyu diye bağırması komiğime gitti doğrusu. Körfezden İzmir'e bakmak komik değildi ama. Güzel şehir. Ne şanslı birisiyim aslında böyle bir şehirde yaşadığım için. Fakat an olacak ve buradan ayrılmak isteyeceğim. Buruk hissettim.

Uykum geldi, fakat gündüz erken uyanıp da ne yapacağım? Çeviri ile uğraşıyorum, Stumble ediyorum, bir şeyler okuyorum, yüksek lisans araştırıyorum falan. Bugün Ilgın'a da yazdığım gibi, gün pek ağır, pek aksak ve pek sıcak. Gerçi bu muhtemelen geçici bir ruh hali. Geldi mi tadını çıkatıyorum işte.

Bir dahaki sefere hikaye yazmayı deneyeceğim buraya. O da eğer ki bahsetmeye değer bir düşünce üretmezsem. Ha, hikayenin anlatmaya değer olacağı da şüpheli gerçi. Yine de kendi duygu dünyamdan bahsetmekten iyidir. Var olan okuyucularımı da kaçıracağım bu gidişle.

Neyse işte, hadi gittim.

0 yorum: