14 Mayıs 2009


Şu bitki, ki kendisi bana çok sevgili arkadaşlarımca verilmiştir, çok vahşi. Çok dışa dönük bir bitki. Baksanıza, ne bir yaprağı ne de bir uzantısı içe bakıyor, hepsi saksıdan fışkırmış gibi. Çılgın bir çiçek bu. Çok yakına yaklaştığınızda sanki suratınıza atlıyormuş gibi bir his veriyor. Tuhaf... Sanki tükürmeye hazır bir lama gibi. Sevdim ama kendisini. Umarım ölümü nispeten uzun sürer.

Şöyle ki, gün içinde kaydetmek istediğin konuşmaların aslında o oturduğun masanın molekülleri arasında gizlendiğini düşünüyorum. O yüzden eski şeyler çok şey söyler. Eski duvarlar resmen fısıldar... Ouuuu, ürkünç.

Bir ara bir makale okumuştum. İddiaya göre söylenen her şey, olan her şeyin ses dalgaları atmosferi aşıp uzaya doğru sonsuz bir yolculuğa çıkıyorlar. Teoride, eğer bu sesleri kaydetmenin ve ayırt etmenin bir yolu bulunabilirse, eskiden konuşulmuş her şey tekrar duyurulabilir!

Doğrusu, her ay değişen kişiliğin çelişkili muhabbetlerini tekrar dinlemek isteyeceğimi sanmıyorum. Öte yandan, bi Atatürk'ün söylediklerini bulabilsek hoş olurdu. Gerçi Cumhuriyet tarihimizde yapılan her konuşmayı yazılı olarak kaydetmeyi iyi bilmişiz, fakat yine ses başka olur be...

Ses başka olur demişken, sesli kitap dinlemenin tadı başka ya. Hele ki yazarın kendisi tarafından okunmuşsa, tadından yenmiyor. Neil Gaiman'ın birkaç sesli hikayesini dinledim, çok iyi ya... Sadece Gaiman da değil, başka bir sürü çağdaş yazarın eserlerinin seslendirdiğini biliyorum. Ben de düşündüm bir ara hikayelerimi seslendirmeyi. Kim bilir, neden olmasın, belki bir gün ilk adımı atarım ve gerisi gelir.

Ya ben bu ameliyatı uykusuz gecelerden kurtulmak için olmuştum... Her neyse, tatsız konular bunlar!

Haden, dağılın!

1 yorum:

ILGIN dedi ki...

Yaratık çıkacak odamdaki soba deliğinden. Burnumu yerken yakalayacağım elemanı sabaha karşı. Senin bitkiyle tanıştıralım mı?